Eğirdir-Yeşilada- Ayastafanos Kilisesi- Adada-Kral Yolu- Zindan Mağarası- Davraz Dağı- Cire Yaylası- Kasnak Meşesi Ormanı- Kovada Gölü-Isparta- Yazılı Kanyon-Karacaören Göleti
Yol Arkadaşım Trekking Grubu ile Aytekin Gültekin’in liderliğinde efsane yollara düştüğümüzde, ışıltılı bir yaz günüydü. Renkler daha canlı, gölgeler daha doygundu. Amaçsız bir serüven öyküsü değil bu anlatacağım. İçimin kuytusunda biriken özlemle, oğlumla yapacağım ilk çadır kampı. Çılgın kalabalıktan uzakta, yemyeşil bir suskunluk içinde Nartanem, nurtanem, birtanemle… Yolculuk başında önümüze yeni bir harita serilmiş gibi heyecanlıydım. Anne-oğul gibi değil, iki yol arkadaşı gibi yola çıktık.
Gün ağardığında, 1750 metre yüksekliğinde olan Eğirdir Sivrisi olarak bilinen dağın bittiği yerle, gölün başladığı ince çizgide kahvaltı yaptık. Dağın keskin çizgilerini yumuşatan gölü seyrederek çaylarımızı yudumladık. Anadolumun her köşesinin bir hikayesi var. Vaktiyle bir delikanlı Sivri Dağ’ın tepelerinde dolaşırken bir ceylan görmüş. Ceylanın peşine düşmüş, ceylan Sivri Dağ’ın tepesinde durmuş. Delikanlı okunu fırlatmış. Ama ok zirvedeki taşa saplanmış. Taşın saplandığı yerden büyük bir gürültüyle su akmaya başlamış. Şimdiki gölün bulunduğu yere nehir gibi su çağlıyormuş. Delikanlı aşağı inip herkese haber vermek istemiş. Gölün bulunduğu alan o zamanlar otlakmış. Koyunlarını otlatan yaşlı bir kadın dalgın dalgın elindeki tengerekiyle yün eğiriyormuş. Delikanlı sözüne inanmayan kadına “Aman teyze su geliyor sen hala elindekini eğirir durursun. Eğir dur bakalım” demiş. Sular gelmiş ve şimdiki göl oluşmuş. Rivayete göre Eğirdir adını bu hikayeden almış. Eğirdir’in aynı zamanda Cittaslow şehri olduğunu biliyor musunuz? Yani Sakin Şehir Eğirdir… İnsanlar kent karmaşasından kaçarak buraya nefes almaya geliyormuş.
Gezip yeni yerler görmeyi kim istemez ki?… Gezi yazıları, kitapları ve seyahatnameler bu yüzden önem kazanır. Evliya Çelebi 50 yılda gezdiği yerleri muhteşem 10 cilde sığdırmıştır. Dili Türkçe olduğu için de kolaylıkla anlaşılabilir. Gelin bakalım, Evliya Çelebi Isparta için neler demiş…
“ Evsaf-ı şehr-i şirin-i Isparta… Ve bu Isparta şehrin ala kadri’l-imkan iki günde seyrü temaşa edüp kıble canibine yola çıktık. Güzel ve bakımlı köyleri geçerek sekiz saatte…”
Bu arada Isparta’nın Eğirdir ilçesi bir projeye ortak olarak, “Evliya Çelebi Yolu” nun canlandırılmasına katkıda bulunmuş.
Kahvaltıdan sonra Eğirdir’de Yeşilada’yı, eski Eğirdir evlerini, dünyanın ilk ruhban okulu olan Ayastafanos kilisesini, kale civarını gezdikten sonra Zindan mağarasına doğru yola çıktık. 765 metre uzunluğunda yaşayan , nefis bir mağaraydı. Günün son durağı ise Adada Antik Kenti, Sütçüler ilçesinde, Sağrak köyü yakınında. Aracımızdan indiğimizde Roma dönemine ait yapılar bizi karşıladı. Zeus tapınağı, imparator tapınakları, tiyatro ve Bizans bazilikası çok az restore görmüş ama buna rağmen ayakta kalabilmiş. Adada antik kenti savaşın ve dinin merkeziymiş.
Adada şehrinin adındaki “ada” kök sözcüğünün “Uda/hisar/kale” sözcüklerinden türediği varsayılıyormuş. Ünlü coğrafya bilgini Strabon’a göre, kentin ismi MÖ.1.yüzyılda, Artemidoros tarafından anılmış . Hierokles ise, kent ismini “Odada” olarak yazmış. Dağlarda yaşayan Pisidialılar, tiranlar tarafından yönetilip, ayrı kabileler halinde yaşarlarmış. Pisidialıların, bağımsızlıklarına düşkün ve savaşçı bir karaktere sahiplermiş. Pisidialıların, geçim kaynaklarından biri de askerlikmiş.
Kral yolu ise Anadolu’daki eşsiz antik yollardan biri. Vadiden dağın yamacına doğru kıvrılarak şehrin güneyine ulaşıyor. Yolun yapımında dev granit bloklar kullanılmış. Taşlar öylesine büyük ki, bazıları yolun genişliğinde. Üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen, taşların birçoğu yerinden oynamadan bugüne ulaşmış. Bir zamanlar insanların, hayvanların, askerlerin bu yolda yürüdüğünü düşününce, ince bir ürperti geçiyor sırtınızdan. Hristiyanlık dininin ilk dönem azizlerinden Aziz Paul’ün de geçtiği yolmuş. Türkiye’nin işaretli en uzun ikinci yürüyüş yolu aynı zamanda. Eşsiz kanyon manzarası yolda yürürken gözlerimi kamaştırıyor. 700 metre kadar devam eden yol ağaçlıklı bir bölgede bitti ve yamaç aşağı inişe geçtik. Patikaları ve işaretleri takip ederek Sağrak köyünün güney çıkışına ulaştık. Aracımıza binip kamp alanımıza giderek çadırlarımızı kurduk. Akşam yemeğimiz bir alabalık çiftliğinde kiremitte balıktı. Gece ise kamp ateşinin ışığı içimizi ısıttı.
İkinci günün sabahı kahvaltıdan sonra 15 kilometrelik yürüyüşümüzü yapmak üzere Davraz dağı eteklerindeki Cire yaylasına doğru yola çıktık. Yağmurlu bir gün. Parkurda orman içinden geçerken sert çıkışlar vardı. Ağaçlar, kayalar yosun kaplı. Yeşilin bu kadar çok tonu olduğuna inanamıyorum. Cire yaylasına çıktığımızda muhteşem bir manzara bizi karşıladı. Davraz dağının zirvesi sislerin ardında tablo gibiydi. Yağmur bize izin verdiğinde, 1400 metre rakımda sedir ağaçlarının altına oturup soluklandık. Öğle yemeğimizi atıştırdık. Sonrasında Kasnak meşesi ormanına daldık. Gökdere köyüne yakın olan Kasnak Meşesi Ormanı 1987 Yılında koruma altına alınmış. 218 bitki türü varmış. Ayrıca bir dolu orman hayvanına da ev sahipliği yapıyormuş.
Yörede kasnak meşesi, saçlı meşesi, Makedonya meşesi, mazı meşesi, lübnan sediri, karaçam, kızılçam, toros köknarı, kakar ardıcı, boylu ardıcı, çınar yapraklı akçaağaç, akçaağaç, çiçekli dişbudak, sivri meyveli dişbudak gibi ağaç çeşitleri mevcut. Kasnak meşesi, sadece Türkiye’de yetişen bir türmüş. Düzgün gövdesiyle kaplamacılıkta ve parkecilikte, fıçı ve esnek malzeme yapımında kullanıldığı için yöre halkı tarafından kasnak meşesi adıyla anılmış. Ağaçların görkemini gördüğümde aklıma Tolkien’ in Orta Dünya’sındaki görkemli yaratıkları Ent’ler geldi aklıma. Konuşan, yürüyen ağaçlar…. “ Döne döne çıkardık dağa patikadan/ Omuz omuza inerdik dağdan meşelerle/ Ormanla sarmaş dolaş geçerdik kapıdan/ Gün kavuşur, testi pencerede soğurdu…” demiş Rüzgarlı Meşe’de Oktay Rifat. Gün bitip kamp alanına dönüş başladığında uğradığımız Kovada gölünde kısa bir mola ile içimizi suya döktük. Karacaören Göleti’nde ise sakin bir tekne turu ile dinlendik.
Üçüncü gün kahvaltı sonrası Yazılı Kanyon’a doğru yürüyüşe başladık. Bir doğa harikası. Parkur çok güzel. Kanyonun içinden geçen St. Paul Yolu muhteşem manzaralarla bizi bizden alıyor başka bir dünyaya atıyor sanki.
Patikalarında kızıl ağaçlar, saçlı meşeler, defneler, mersin ağaçları var. Aşağıda ise Göksu ırmağı çağlıyor. Kanyonun derinliği 100 ile 400 metre arasında değişiyor.
Kanyonda gözümü bir yalıçapkını aldı. Rengarenk olan bu kuş akarsuyun sığ yerlerinde balık gölgeleri arıyordu. Bulamadı, yanımdan geçip gitti. Yürürken karşımıza bir kaya yazıtı çıktı. Büyük bir kısmı tahrip olmuş. M.Ö. 50-138 yıllarında yaşayan ümlü filozof Epiktetus’un hür insan üzerine yazdığı şiiri şöyle:
” Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek,
Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir
Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur
Ve kararında içtenlikliyse hür kişi ,
Yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi
Ve bununla yücelir hür kişi, hatalarla değil….”
Özgür insanların yolu olan bu yolda yürüyerek, kanyonun içinde oluşan doğal havuzların serin sularında serinledik. Dinlenirken bembeyaz kayaların üzerine uzanıp gökkuşağı kanatlı Apollo kelebeklerini aradım. Sonra günışığının sarı, beyaz ışıltıları gözlerime çarpıp birer güneş oldu. Miyoplara özgü bir avantajı yaşadım, ışık oyunlarında.
Kampa geri dönüp toparlanırken, rüzgarla dans eden ağaçların yumuşak hışırtısı ve güneşin yakıcı ağırlığı altında omuz omuza verdik oğlumla. Muhteşem bir kamp, muhteşem bir rota…Şimdiyse içimde bir özlem sağanağı. Oruç Aruoba’nın dediği gibi;
“Özgürlük budur belki de , sürekli bir yersizlik, sürüp giden bir yol…”
Supermis bende en kisa zamanda ogullarimla bir gezi yapicam .cokk ozendim . Arkadasim demet cim sende ki cevher inanilmaz tebrikler….jale ozturk