- Türk Telekom Telekomünikasyon Müzesi - 27 Ekim 2023
- Kars, Zamanı Yitik Şehir - 25 Eylül 2023
- Çeşnigir Kanyonu ve Köprüsü - 19 Aralık 2022
23 Eylül sabahı sıcak hava balonu uçuşu ile başlayan günümüz, zamanda sıçramalarla geriye gitti. Bu zaman sıçramalarında hissettiğimiz duygularda, birinden diğerine atladı. Bu bölgeyi daha önce üç kez gezmiştim. Her seferinde de buralara ilk kez geliyormuş gibi hissettim.
[supsystic-gallery id=1]
Kurtuluş Savaşımızın ilerleme sürecini değiştiren muharebelerin yapıldığı bölgeyi, bu konuda araştırmalar yapmış, alanında uzman rehberimiz Kadim Koç’la gezdik. Sabah balonla gökyüzünde gezerken Sakarya Meydan Muharebesi’nin yapıldığı bölgeyi kuşbakışı görmüştük. Sakarya Meydan Muhaberesi dünya tarihinin en uzun meydan muhaberesidir. 22 gün-22 gece süren, 100 kilometrelik bir cephe üzerinde yapılan bir savaştır. Mustafa Kemal, Sakarya’da ordusuna “Hattı müdafaa yoktur! Sathı müdafaa vardır!” demiştir. Ve bu emir Sakarya Meydan Muhaberesi’nde sonuna kadar uygulanmıştır. Bu savaş aynı zamanda bir subay savaşıdır. Çok sayıda subayımız şehit olmuştur.
Aracımızdan indiğimizde karşımızda Zafertepe duruyordu. İhtiyaçlar karşılandıktan sonra, rehberimiz Zafertepe hakkında bilgi vermeye başlayınca, gökyüzünün esaretinden kurtulup, milli duygularla dolu heyecanımız artmaya başladı. 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında, eşi olmayan çetin bir mücadele sonunda kazanılmış zaferdi bu… Susuz bozkırın tepelerinden akan şehit kanlarının, vatan sevgisini yeşerttiği topraklardayız.
ZAFERTEPE
Rehberimizin anlattığına göre; Yunanlılar 23 Ağustos 1921’de bütün cephe boyunca taaruza geçer ve Sakarya Meydan Muhaberesi başlar. Top sesleri Ankara’dan duyulur. Başkomutanlık karargahı,
Polatlı-Ankara arasındaki Malıköy İstasyonu’na yakın Alagöz Köyü’nde kurulur. 25 Ağustos en kanlı gündür. Yunanların bu direniş karşısında ümitleri kırılmaya başlar. Türk cephesini yarıp geçemezler. Eylülün ilk günlerinde, Türklerin yer yer karşı taaruzları başlar.
Atatürk 9 Eylül 1921 akşamı, trenle o bölgeye gelir. Zafertepe, Ankara-Polatlı yolunda, Polatlı’ya 7 km kala sağdadır. Türk savunma hattının büyük bir bölümünü gören bir noktadır burası. Bu tepede, Atatürk’ün yaveri Salih Bozok ile muharebe alanın gözlerken çekilen fotoğrafı var. Atatürk, gündüzleri bu tepede, geceleri ise Karapınar Köyü yakınında bir trende kalmıştır. Başkumandan Mustafa Kemal bu muharebeler sırasında attan düşerek iki kaburga kemiğini kırmıştır. Buna rağmen savaşı Zafertepe’den bizzat yönetmiştir.
BASRİKALE MEVZİİLERİ
“….O düşman orada durdurulacaktır.
Bu düşman asıl düşman
Ortaçağ karanlığı, örten insanlarımızı,
Süngüleriyle özgür aklımızın
Yurdumuzun üzerinden kaldırılacaktır.” ( Ceyhun Atuf Kansu)
Zafertepe’den sonra, Basikale Mevziilerine doğru yola çıktık. Araçlardan inip de biraz yürüdükten sonra, önümüzdeki tepede, antenlerin bulunduğu yerde, Basri Baba Türbesi’nin olduğunu söyledi rehberimiz. Tepeyi aşıp aşağı inince Basrikale Mevziileri’ne ulaştık. Grup toplandıktan sonra, rehberimiz mevzilerle ilgili açıklama yaptı.
1 Eylül’de Yunanlar Duatepe’yi işgal eder. 2 Eylül’de, Basrikale mevziilerine topçu ateşleri başlar. Basri Baba Türbesi’de bu topçu ateşleri sırasında yerle bir olmuş.10 Eylül 1921 sabahı, Atatürk Zafertepe’den taaruz emrini verir. Askerler sabaha karşı hazırlıklarını yaparlar, birbirleri ile vedalaşıp sabah namazını kılarlar. Saat 08.00 hücum emri verilir. Hücuma kalkan 38. Alay’ın askerleri Duatepe’ye saldırır. Saat 14.00’de Duatepe Türk askerinin eline geçer ve bayrağımız orada dalgalanmaya başlar. Duatepe, 10 Eylül 1921’de başlayan Türk taaruzunda geri alınan ilk tepedir.
Basrikale Mevziileri’nin bir bölümü 2007 yılında aslına uygun olarak, Topçu ve Füze Okulu personeli tarafından restore edilmiş. Türk ordusunun taaruzu başlamadan önce, Yunanların arkadan dolanıp saldırmasını önlemek için, Mülazım Ahmet (üsteğmen) takımı ile Yunanların önünü keser. Diğer birlikler yetişene kadar direnir ve bütün takım orada şehit olur. Basrikale Mevziileri’nde, Duatepe alınırken 81 askerimiz şehit olmuş. 81 şehidin isimleri Duatepe’deki anıta pirinç harflere yazılmış. Bu topraklarda 5713 şehit vermişiz. Şehitlerden ancak 200 tanesine ulaşılabilmiş. Muharebe sırasında yaralanan askerlerimiz Ankara’ya gönderilmiş ve kısmı da orada şehit olmuş. Şimdi Sıhhıye’deki TRT Radyo, Etnografya Müzesi ve Namazgah Tepe denilen bölgede yatan şehitlerimiz var. Maalesef değerlerimize ve geçmişimize gereken değeri gösterip, bunları koruyamıyoruz. Muharebe sırasında, kadınlar at arabaları ile gidip şehitleri almışlar, getirip köy mezarlarına gömmüşler. Şehit olan komutanlar, tepelerin en yüksek yerlerine gömülmüş ve etrafı taşlarla belirlenmiş. Polatlı’nın birçok köyünde şehit mezarları var. Ama bakımsız ve yokolup gitmeye yüz tutmuş haldeler.
ÇEKİRDEKSİZ KÖYÜ
11 Eylül 1921’de devam eden Türk taaruzundan sonra, Türkler düşman gerilerine saldırmış. 12 Eylül ‘de Sakarya boyunca Kartaltepe, Duatepe, Beştepeler Türklerin eline geçmiş. Şehit olan Türk askerleri sıra sıra bu yamaçlara serilmişler. Hayal gücünüzden yararlanıp, kanlı savaş alanını ve yaşananları gözünüzün önünde canlandırdığınızda, göğsünüzden ince bir sızı geçiyor. Şehitlerimizin ruhunu yad ettikten sonra Çekirdeksiz Köyü’ne doğru yürümeye başladık.
Duatepe 10 Eylül 1921’de geri alındığında, geri çekilen Yunan askerleri bu köye gelirler. Köyde askeri(manyetolu) telefon bulurlar. Bunun üzerine bütün köyü yakıp yıkarlar. Yunan Mezalimi Araştırma Komitesi (Halide Edip Adıvar, Yusuf Akçura, Kazım Özalp, bir subay ve bir fotoğrafçı asker) tarafından yapılanlar fotoğraflanmış ve kayıt altına alınmış. Köydeki 25 evden sadece 3 tanesi ayakta kalmış. Evlerin arasında yaşlı kadın ve erkeklerin dizlerine kurşun sıkılmış. İnsanları bir eve kapatıp yakmışlar. Hayvanları da önlerine katıp Sivrihisar’a kadar götürmüşler. Götüremedikleri hayvanları da öldürmüşler.
Çekirdeksiz Köyü’nden sonra bozkırda biraz daha yürüdük. Bozkırda yürürken diken tarlalarından geçtik. Çok etkileyiciydiler. Ekip üyelerinden Mesut Uğurlu ile yaptığımız kitap söyleşileri yürüyüşü renklendirdi. Sonra öğle yemeği molası verdik. Sandviçler, meyveler çantalardan çıkarıldı. Ama rehberimizin anlattıklarından ve Sakarya Meydan Muhaberesi’ni gözümde canlandırdıktan sonra açlık hissetmiyordum. Bastığımız her toprak parçası şehit mezarıydı. Bu kanlı savaşta bozkırda, çorak dağlarda askerlerimiz son nefeslerini vermişti.
Kurtuluş Savaşı kitaplardan okuduğumuz, dinlediğimiz bir anı bizler için. Geçmişe dönüp baktığımızda bu mücadelede dağların, bozkırların üstünde binlerce adsız görürüz. Bunlar savaşan erler, yarı aç yarı tok yaşayan analar, çocuklar, gelinler… Yani Türk halkı. Hepimizin dedesinin, ninesinin bir anısı vardır bu günlerle ilgili. Bozkırda yürürken geriye dönüp baktığımda, iki abisini Çanakkale Savaşı’na gönderip sonra şehit haberlerini alan, Kurtuluş Savaşı’nda sırtında büyük amcamla Fransızların zulmünden nasıl kaçtıklarını, dağlarda yaşadıklarını anlatan babaannem geldi aklıma. Birbirlerine destek olarak, önlerinde kağnıları, hayvanları, sırtlarında çocukları, ihtiyarları ile kendilerini göstermeyen bir ordu. Gerçek
Kuva-yı Milliye…
FRİG UYGARLIĞI VE GORDİON MÜZESİ
Yemekten sonra Kral Midas’ın çağrısına uyarak Frig uygarlığına doğru yol aldık. Bölgede 124 tane tümülüs varmış. Bunlar dünyanın hiç bir yerinde olmayan, insan eliyle yapılmış tepeler. Frigler mezarlarının üzerine toprak yığarak tepe haline getirmişler. Yığının orta yerinde mezar odaları varmış.Toplamda 15 kilometre yürüdükten sonra aracımıza bindik. Gordion müzesine geldiğimizde zamanda daha da geriye gitmiştik. Polatlı topraklarında 5000 yıllık bir tarih yatıyor. Müzeyide Kadim Koç rehberliğinde gezdik. Müzedeki her objenin bir hikayesi vardı. 3000 yıl önce özenle süslenmiş yağmur olukları, süzgeçli çaydanlıklar, kaplar, halay çeken kadın figürlerinin olduğu objeler (Frigler, dünyada ilk müzik yarışmasını düzenleyen uygarlık), çatal iğneler(fibula), mızrak uçları… Küpün içinde ana karnındaki pozisyona getirilerek gömülmüş çocuk iskeleti…
KRAL MİDAS’IN MEZARI (BÜYÜK TÜMÜLÜS)
Müzeden sonra Kral Midas’ın davetine uyarak, olağanüstü tümülüsten içeri girdik. Kral Midas; mitolojide iki efsane ile anılan, her dokunduğu altına dönüşen ve eşek kulakları olan kral…
Kral Midas, MÖ 738 – MÖ 696 yılları arasında, Frigya’nın başkenti Gordion’da yaşamış olan efsanevi Frigya kralıdır. Mitolojide, eşek kulaklı efsanesinin ardındaki gerçek yapılan bilimsel çalışmalarda şöyle açıklanmış. Midas’ın anne karnında nadir görülen bir hastalığa yakalandığı ve kulak kanalları asimetrik olarak doğduğu anlaşılmış. Önden veya arkadan bakıldığı zaman bir kulağın diğerinden çok daha yukarıda veya aşağıda olduğu görülür. Çirkin bir görünüm oluşturan bu hastalık nedeniyle utanan Midas, sürekli olarak başına geçirdiği bir “serpuş”la gezer. Halkı ise krallarının kulaklarını hiç göremedikleri için, kulaklarını eşek kulağına benzeterek dedikodu yaparlar.
Midas’ın Kulakları
Mitolojideki hikaye ise şöyledir. Apollon ile kır tanrısı Pan arasında, bir çalgı yarışması düzenlenir. Midas, yarışma jürisindedir. Kır tanrısı Pan, çaldığı kaval ile güzel sesler çıkarır. Tanrı Apollon ise, lirini çalar ve herkes onu dinler. Jüriden dağ tanrısı Tmolos, birinciliği Apollon’a verir. Midas ise birinciliği, kır tanrısı Pan’a verir.Tanrı Apollon, Midas’ın bu yorumuna çok kızar ve ” güzel müziği ayırt edemeyen kulak, ancak bir eşek kulağı olabilir ” diyerek, Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür. Kral Midas kulaklarını kimse görmesin için diye kocaman bir külah giyer. Midas’ın berberi külahın altındaki sırrı bilmektedir ama kimselere söyleyemez. Söylerse kralın kendisini öldürteceğini bilir ve susar. Bir süre dayanır ama sonunda bu sırrı daha fazla tutamaz, tenha bir yerdeki kurumuş bir kuyuya sırrı söyler, “Midas’ın kulakları eşek kulakları” diye bağırır ve rahatlar. Ancak sesi kör kuyudan tarlalardaki sazlara, sazlıklara yayılır. Rüzgâr esince sazlıklardan yankılanan sesi bütün insanlar duyar.
Büyük Tümülüs
Büyük Tümülüs… 2700 yıllık geçmişine rağmen mükemmel durumda olan ahşap mezar odası… Burası 1957 yılında Amerikalılarla yapılan bir protokol sonrasında açılmış. Önce sondajla mezar odasını tespit etmişler. Mezar odasına giden tünel, Ereğli Demir Çelik’ten gelen maden işçileri tarafından yapılmış. Maden işçileri 75 metrelik toprağı almışlar ve 82 metrelik tünel kazmışlar. Mezar açıldığında, kuzeybatı köşesinde Kral Midas’ın iskeleti varmış. Yanında da çengelli iğneler (fibula). 9 tane ahşap masa ve üzerlerinde 98 tane göbekli tas duruyormuş. Mezarın güneybatısında üç kazan varmış. Yemek kapları bunların içindeymiş. Duvarlar renkli ve desenli kumaşlarla kaplıymış. Bunlar fotoğraflarla belgelenmiş.
Ahşap oda, içeriden dışarıya doğru 3 katmandan oluşmuş. Her bir katman arasına çakıl taşları doldurulup mükemmel bir drenaj sistemi kurulmuş. Böylece nemin ahşaba ulaşması engellenmiş. 1. ve 2. katman ahşap, 3. katman ise taş duvardan oluşuyor.. Taş duvar, toprağın mezar odasına yaptığı baskıyı engelleme amacıyla yapılmış. Ardıç ağaçları tek parça. Yapılan analizlerle, ardıç ağaçlarının 3200 yıllık olduğu tespit edilmiş. Bozkırda hiç ağaç yokken, bu uzunluktaki ağaçları nasıl bulmuşlar acaba? Yoksa, o zaman var mıydı? Mezardan çıkarılan, eşi benzeri olmayan objelerin küçük bir kısmı Polatlı Gordion Müzesi’nde , diğerleri de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Kral Midas’ın Menüsü
Mezar odasında son bir akşam yemeği yenmiş. Mezardan çıkan çanak, çömlek üzerinde yapılan izotop analizlerinde; acı et güveci mercimek lapası, bira şarabı ve ballı şarap tanımlanmış. Tümülüs’de yenilen son akşam yemeğinden sonra mezar terk edilmiş ve kapatılmış. Bu bölgede de zaman zaman bu yemekler yapılıyormuş. Hatta Ankara’da büyük otellere gittiğinizde “Kral Midas’ın Menüsü” nü isteyip, krallara layık bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
“…..
Şu akan ince suyu bundan sevdim
İçebilirken içmedim.
Durdum şırıltısını dinledim,
Kalbimin bozkırında, sazlar arasından
Aksın akabildiğine dedim.
Bu ince suyu susuz günlerime sakladım.” ( Kansu 1978/ Akan İnce Su)
Bu topraklarda gezerken, şehitlerimizi ziyaret ettik. Ayaklarımızın bastığı toprağı incitmeden, saygıyla yürüdük. Gökyüzünden yeryüzüne savrulduk. ” Yol Arkadaşım” grubunun lideri Aytekin Gültekin’e ve ekibine, rehberimiz Kadim Koç’a bu özel gün için teşekkürler.
Çakıl taşları arasından akan ince bir su olmanız dileğiyle…
DEMET GÜNGÖR
Yakup Kadri’nin Yaban romanı da Çekirdeksiz Köyü’nde geçmektedir.
Demet hanım yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.