Gökçeada Öğretmen Okulu’ nda yollarımız kesişmişti Aydoğan Yavaşlı ile. 1970’ li yılların başıydı. Aydoğan, Manisa’ nın Muradiye’ sinden ben ise İzmir’ den gelmiştik. İkimiz de iyi öğretmen olmayı istiyorduk. İmroz’un rüzgarı, güneşi ve denizi bize bunu fısıldıyordu.
Zaten derslerimiz de bu yöndeydi.
Ama şimdi anımsadığım galiba bu bize yetmiyor olmalıydı ki okulun klasiklerle dolu kütüphanesi derslerden sonra ikinci adresimiz oluvermişti. 17-18 yaşların heyecanı içinde Aydoğan daha çok felsefe kitapları okuyor, ben se şiirler karalıyordum.
Ne güzel günler…
Kafamızda kavak yelleri…
Anadolu’ ya gidecek orada öğretmen olarak çocukları kurtaracak, bu yetmeyecek yanı sıra toplumu…
Bu arada iyi birer yazar da olursak ne âlâ…
***
Sonra yıllar geçti, Anadolu’ ya dağıldık iyi bir öğretmen olma yolunda galiba bir hayli çaba sarf ettik.
Gittiğimiz yerlerde derli toplu kütüphaneler yoktu artık; hayatın kendisi okuldu bu kez. Kim ne kadar okuyabilirse…
1979’ da Aydoğan’ la yollarımız tekrar Sivas’ ta kesişmişti, ben Zara’ da, o ise Hafik ilçesinin bir köyünde öğretmendik.
Hafta sonu buluşuyorduk, köy yalnızlığını yenmek için, sonra gene öğrencilerimize koşuyorduk bir traktör römorkörü üzerinde…
****
1986’ da Aydoğan’ nın “” şiir kitabını elime aldığımda,
“Korkma/ iki kez kez iki dört eder/acıma çarp ikileri/sonsuza uza” diyen bir şair vardı karşımda, dostluğumuzun ötesinde.
Benim üniversiteyi Ankara’ da okuma çabam sürerken, o yazar olma yolunda ilk adımını atmıştı bile…
Öğretmen okulunda Aristo ile başladığı felsefe yolculuğu onu dizelerin dünyasına götürmüş, orada da kalmamış, sonraki yıllarda mizah öyküleri, gençlik romanları ve çocuk kitapları ile çoğaltmıştı bu uğraşısını.
Artık Aydoğan Yavaşlı öğretmenliğinin yanına düşlediği yazarlığı, şair olmayı da koymuştu.
1991 de “Hayret bi’ şey Yaa!” kitabı yayımlandı.
İnsan hikâyelerini mizahi bir tatla anlatan bir Aydoğan’ dı karşımızdaki.
Tabi ben eleştirmen değilim, ama görebildiğim kadarıyla öykülerde uzun betimlemeler yerine olaya odaklı, kıvrak, içinde argo ve ironinin olduğu bir anlatım yer alıyordu.
Bu bir miktar Tarık Dursun ‘ nun; kıvrak, lezzetli Türkçe’ sine benzeyen fakat Tarık Dursun’ nun anlatımının arka planında kendini hissettiren hüzünlü tonun Yavaşlı’ nın metinlerinde görülmediği bir üslup…
Hepimizin ömrü uzun bir yol…
Kimimizin payına benim gibi öğretmenlik, sonra idarecilik; kimine de Aydoğan Yavaşlı dostum gibi öğretmenlik, yanında yazar olma uğraşı düşüyor.
İdarecilik benim açımdan tanımlanmış bir işin akışına ilişkin aksaklıkları düzelmeye dönük somut işlemler dizisi, adeta.. Ömür törpüsü bir iş…
Yazarlık ise insanın iç dünyasına yapılan bir yolculuk…
Kaç durak olduğu, nereye gittiği belli olmayan bir yolculuk; baktığını iyi görebilmek, nereye bakılacağını bilebilmek olan bir yolculuk…
Tıpkı “Şair Dostlarım” kitabında Oktay Akbal’ ın, Sait Faik’ le bir Boğaz Gezisinde anlattığı gibi:
(… Anadoluhisarı İskelesinin yanında küçük bir kahve vardır. Onun önünde durmuştuk.” Haydi“ dedi, “mademki hikâyecisin, şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söyle bakalım? “ Baktım üç, dört kişi oturmuş, kağıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda bir takım renkli basma resimler. İran Şahı’ nın Atatürk’ le olan resmi falan…
“Bu resimleri belirtirim”, dedim. Kızdı birden, “Ulan”, dedi, “ o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya… İşte asıl hikâye o be.”
Gerçekten denize doğru bir küçük ihtiyar oturmuştu. Yalnız, sıkıntılı bir hali vardı. Vapura değil, denize de değil, kahvenin öndeki o pis suları seyrediyordu.
Sait, yol boyu hep o ihtiyardan söz açtı durdu.”[1]
Demiştim ya, edebiyat insanı anlatıyor, hele de bir Sait Faik’ seniz…
***
1990’ lı yılların başında bu kez Anadolu turumuz bitmiş ikimiz de İzmir’ e gelmiştik; ben öğretmenliği bırakmış, Aydoğan ise öğretmenliğinin yanında yazarlığına yeni kitaplar eklemenin temposunu yaşıyordu.
Bu tempo sonucu bir mizah kitabı, “Herıld Yani” raflardaydı.
Araya tekrar “Yüzlerde Aynalarda” şiir kitabı…
Ve böyle giden bir seyir…
Ama ben 2002’ de yayımlanan “ Arka Bağçe” kitabında adıma ithaf edilmiş şiirden bir bölüm almasam kendime haksızlık olur:
“Ellerim…n’oldu ellerime?
Ben sahiden uzun masallar anlattım /onun gölgesiyle büyüyen gözlerine/ Şimdi başlıyor gösteri/ Bileklerim kesik ama yine de siz çekin
çekin şu ipi!”
Sonra arka arkaya gelen kitaplar; 1995’ de Çankaya Belediyesi ve Damar Dergisi Öykü Ödülü’ nü alan Talan Yorgunları, aynı yıl Her İnsan Bir Mağaradır öykü kitabı. Arada onlarca çocuk kitabı ve en son 2020’ de Aşktan Öte Bize Yakın adıyla öykülerinin bir bölümünü topladığı bir başka kitap.
Şimdi, pandemi nedeniyle daha çok telefonla görüştüğümüzde, klavye sesini telefondan duyar gibiyim; yeni yazılar, yeni metinler ve yeni kitapların hazırlıkları belli ki…
Bitmeyen bir üretme sancısı…
***
Uzun bir yoldan İzmir’ e gelmiş ve biraz da yorulmuş iki dost…
Kitaplar, sevdiğimiz şeyler…
Tanpınar’ın, “İnsan sevdiği şeylerle yaşlanır” cümlesindeki gibi…
Geçen gün Aydoğan’ nın bütün kitaplarını masama koydum, onları yeniden okumaya koyuldum.( Tabi çocuk kitapları bende yok)
Okudukça, bir dostluğun ve beraberinde yazı dünyasında kendine yer edinmiş bir yazar’ ın yürüdüğü uzun yolun kıvrımlarına adeta daldım çıktım.
Kitapların yazılmasının çoğuna tanıklık etmiş biriydim sonuçta…
Üstelik bu yolculuğun bir bölümü benim de yürüdüğüm yoldu.
Bir anlamda kendi kişisel tarihime yolculuktu bu…
Yollar ve yolculuklar bitmiyor…
“Ey bozguna tutkun yürek
Uzaksa eğer çölde görülen”, şiirindeki gibi O, hep uzak çöllerde yeni imgelerin, yeni cümlelerin peşinde koşacak belli ki…
O yüzden Aydoğan Yavaşlı ile daha yürünecek yollarımız var!
O kitaplarını çoğaltmanın heyecanını yaşayacak, bizse okumanın tadını çıkaracağız.
Bel ki çöl’ ü böylece yakalamış olacağız!
Eğer hayat bir imgeden ibaret değilse!..
Kim bilir?…
[1] Oktay Akbal, Şair Dostlarım, Elif Yayınları, İstanbul, 1964. Shf.14