Bir gün bir yazar arkadaşla söyleşiyorduk, söz çocuk edebiyatından açılınca, “çocuklara yönelik öykü yazmak için masaya oturuyorum ama bir bakıyorum büyükler için yazmışım,” dedi. Onun bu konuşması karşısında “ben de büyükler için yazayım diye başlıyorum, ama bir bakıyorum çocuklar için yazmışım” dedim.
Bir zamanlar bir yayınevine, yayımlanması için bir dosya göndermiştim. Dosya, öğretmenliğimin ilk yıllarında doğuda koşulları oldukça zor olan bir köyde geçen iki yılımı anlatan bir anı romandı. Yayınevi dosyayı uzun bir süreçten sonra yayımladı. Ancak ilginçti! Kitap yayınevinin çocuk kitapları dizisi arasında çıkmıştı. Doğrusu böyle olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi ama yine de önceden bunu düşünmeliydim, zira ben bu dosyayı daha önce bir roman yarışmasına göndermiştim de “yarışmaya çocuk romanı kabul edilmiyor,” diye bir yanıt almıştım. Demek ki ben her ne kadar büyükler için yazıyorum desem de hep çocuklar için yazıyordum. Belki de yıllarca ilkokul öğretmenliği yapmış olmamın etkisiydi. Zira ilkokul öğretmenliğim sırasında derslerde daha yalın tümceler kurmak, çocuğun anlayacağı sözcüklerle konuşmak bir bakıma zorunluluk oluyordu.
Öğretmen okulundaki öğrencilik yıllarımızda her yıl okulun ilk açıldığı gün kasabada yaşayan en yaşlı eğitimci gelir konuşma yapar, eğitim- öğretime öyle başlanırdı. İki kişi tarafından koluna girilerek getirilen köy enstitüsü çıkışlı bu saygın eğitimci, “Cumhuriyetin ilk yıllarında ilkokul öğretmenleri hep çocuklarla uğraşıyor, onların ruhu da çocuktur diye tanıklıkları kabul edilmezdi…” demişti.
2000’li yıllarda çocuk edebiyatı ile ilgilenen, eser veren yazar sayısında gözle görülür bir artış var. Hatta sadece çocuk kitapları yayımlamak için yayınevleri açılıyor. Yine belli başlı yayınevlerinin hemen hepsinin bir de çocuk kitapları dizisi var. Günümüzde çocuklar her ne kadar iletişim araçlarını, sanalı yaşamlarının ilk sırasına koyuyor olsalar da, yazılı basını izlemeyi sürdürüyorlar. Son yıllarda telifi serbest kalan Küçük Prens’i neredeyse yayımlamayan yayınevi kalmadı. Bir kitapçı rafının birini değişik yayınevlerinden çıkan Küçük Prens kitaplarına ayırmıştı. Üşenmedim saydım tam otuz iki ayrı yayınevinin Küçük Prens’i sergilenmişti. Demek ki sanal her ne kadar çocukların yaşamının odak noktası olsa da kitaptan uzaklaşılmış değildi. Doğrusu bu durum beni yazmaya ağırlık verdiğim çocuk edebiyatı konusunda daha da bir umutlandırmıştı.
Çocuk edebiyatına hangi pencereden bakmalıyız?
Çocukların sezgi, algı ve hayalleri yetişkinlerin dünyasından çok farklıdır. Bu nedenle çocuk kitaplarının amacı, çocuğu özgürleştirici yeni pencereler, yeni dünyalar açmak, çocuğun hayal dünyasını varsıllaştırmak, çocukların düşünmediği, bakmadığı alanlara bakmak olmalıdır. Çocuk edebiyatında esas olan sezinletmek, göstermektir. Adnan Binyazar’ın şöyle bir sözü var “Edebiyat öğretmez, ancak edebiyatın öğrettiğini de hiçbir şey öğretmez.” Bu sözü özellikle çocuk edebiyatı için söylenmiş bir söz olarak düşünebiliriz. Ayrıca, çocuk edebiyatıyla yetişkin edebiyatını karşılaştırırken, bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir, yetişkin edebiyatı olumsuz bitebilir ancak çocuklar için yazılan eserler çocuğa mutlaka umut aşılamalıdır.
Prof. Dr. Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat adlı eserinde çocuk edebiyatını “Erken çocukluk döneminden başlayıp ergenlik dönemini de kapsayan bir yaşam evresinde, çocukların dil, gelişim ve anlam düzeylerine uygun olarak duygu ve düşünce olaylarını sanatsal niteliği olan dilsel ve görsel iletilerle zenginleştiren, beğeni düzeylerini yükselten genel adıdır.” diye tanımlar.
Çocuğun düşünce, duygu dünyası, kişiliği, sosyal gelişimi okuduğu kitaplardan etkilenir, bu nedenle okuyacağı kitaplar evrensel değerlerle uyuşmalı. Çocuk edebiyatı, çocukların okumaya geçiş sürecinde onları yönlendirip, kontrol altına alamadıkları duygularını, dürtülerini anlamlandırıp yaşama dair ilk yargılarını sergilemeye teşvik etmeli.
Çocuk edebiyatı bir söz yığılması değildir. Yetişkinlerin kendi düşünce inançlarını çocuklara aşılamak için kullandıkları bir araç hiç değildir. Böyle yapılarak ortaya çıkarılan metinleri çocuk edebiyatı olarak tanımlamak doğru olmaz. Çocuk edebiyatı metinleri yaratım sürecinin temel özneleridir. Çocukların duygu ve düşüncelerini uyarmak, onlara toplum, doğa, insan gerçekliğini, çizginin ve dilin olanaklarıyla duyumsatmak, çocuklarda anlamın oluşmasına yardımcı olmaktır.
İnternetin, sosyal medyanın böylesine etkin olduğu günümüzde çocuğun kitapla buluşması, onunla bağ kurması elbette zor bir süreç. Bunu başaracak olan kitaplar, edebiyatın hakkını teslim eden; kurguda, dilde, anlatımda yenilikçi ve yaratıcı olmayı gözeten, edebiyatı bir bütün olarak ele alan ürünlerdir.
Çocuklar için yazılan eserler, çocuğun dünyasını ve gelişim evresini dikkate alarak, yazınsal, ulusal, evrensel ölçütleriyle yaratılmış, ana eksenine ‘çocuğa göre’ düşüncesini yerleştiren ürünler olup, çocuğa öğüt verici, didaktik öğelerden kaçınmalı değil mi?! Yine çocuklar için yazılan metinler, yaşamın sadece iyi yönlerini değil, her yönünü yansıtan metinler olmalı, yaşamın hep iyi yönlerini yazmak, çocuğun dünyayı – yaşamı eksik tanımasına yol açacağından, metinler iyisiyle kötüsüyle yaşamın her yönü sergilemeli değil mi?
Ne zaman çocuk edebiyatından söz edilse, çocuk kitapları yazarı bir arkadaşımın anlattığı şu hikâyeyi anımsarım hep: Bir kasabada çocuklar her gün okul bitiminden sonra bir yerde toplaşır, boyunlarına astıkları tenekeleri trampet gibi çalarak mahalleyi dolaşırlarmış. Mahallelinin tüm uyarılarına, nasihatlerine rağmen teneke çalmayı bırakmamışlar. Mahallenin biraz kenarında yalnız yaşayan yaşlı bir adam mahalle halkına “siz bu işi bana bırakın, ben onları bu işten vazgeçireceğim,” demiş. İlk gün çocuklar tam da kapısının önünden teneke çalarak geçen çocuklara, “çocuklar, eğer her gün teneke çalarak benim kapının da önünden geçerseniz her birinize onar lira vereceğim,” demiş. Çocuklar sevinmişler tenekelere daha da hızlı vurarak onar liralarını almışlar. İkinci gün yine teneke çalarak kapısının önünden geçerken yaşlı adam bu kez “çocuklar bugün fazla param yok, beşer lira vereyim,” demiş. Çocuklar, “ama biz on liraya anlaştıydık” diyerek beşer lirayı biraz da isteksizce almışlar. Üçüncü gün yine teneke çalarak geçerken yaşlı adam, “çocuklar, bugün çok az param var, birer lira vereyim,” deyince çocuklar “ama bu iş bir liraya da yapılmaz ki, o zaman biz çalmaktan vazgeçiyoruz,” diyerek boyunlarında asılı tenekeleri çıkarıp oraya atmışlar. Çocuk kitaplarında didaktik olmaktan, nasihat vermekten söz açıldığında hep bu küçük hikâyeyi anımsarım.