Madımak Katliamı’ndan sonra doğan çocuklar, bugün yeni kuşakların temsilcileri olarak alanlarda, sokaklarda, barikatlarda… Haziran Direnişi’nde ön saflarda yer alan bu gençler, AKP Hükümeti’nin ülkeyi karanlığa sürüklemesine karşı çıkarken, aynı zamanda Sivas kıyımının iktidardaki uzantılarından da hesap sorulmasını istiyor.
ATTİLA AŞUT
Sivas Cankırımı’nın üzerinden yirmi sekiz yıl geçti. Salt yargı süreci açısından bakıldığında bile durumun ne denli içler acısı olduğu görülüyor. Bu uzun zaman diliminde “adalet” adına gelebildiğimiz son nokta, “Sivas Davası”nın zamanaşımına uğratılarak gündemden düşürülmesidir. Yurtdışına kaçan birkaç sanık yönünden dava hâlâ sürüyor görünse de genel olarak dosyanın kapandığını söyleyebiliriz. Zaten yargı kurumları bu gerici kalkışmanın amacını ve niteliğini değerlendirmede baştan beri aymazlık içinde olduklarından, sanıklara hak ettikleri cezaları verme konusunda son derece isteksiz davrandılar.
Dava, daha işin başında, devletin adli mercilerince “adi bir olay” olarak ele alınmış; 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ya da “bireysel adam öldürme” çerçevesinde değerlendirilerek ısrarla TCY’nin 146. maddesi dışında tutulmaya çalışılmıştır. Bu amaca ulaşmak için de Sivas olayı, bütünlüğünden koparılıp parçalara bölünerek birkaç yargı yerinde ayrı ayrı davaların konusu yapılmak istenmiştir. Yargılamanın her aşamasında kurbanların avukatları büyük engellerle karşılaşmış, zaman zaman da sanıkların küfür ve tehditleriyle sindirilmeye çalışılmışlardır. Mahkemeler ise katliam sanıklarına gösterdikleri anlayışı savunmanlardan esirgemiştir.
BİTMEMİŞ BİR DAVA
“Sivas Davası”; yargı süreci sona ermiş olsa da toplumsal açıdan “bitmemiş bir dava”dır. 2 Temmuz 1993’teki kanlı kıyımın gerçek sorumluları ve saldırının ardındaki örgütler, aradan geçen yirmi sekiz yıl içinde ortaya çıkarılamamıştır. Olaydaki “derin devlet” parmağı araştırılmamış, cezalandırılanlar ise maşalar ve piyonlar olmuştur.
Gerçekte “insanlık suçu” kapsamında ele alınması gereken bu topluöldürümün siyasal boyutunun inatla göz ardı edilmek istenmesi; sanıklara olabildiğince alt sınırdan ceza kesilmesi; ceza alanların da daha sonra çeşitli yasa düzenlemeleriyle salıverilmesi vicdanları yaralamış; Madımak Yangını’nın yüreklerde açtığı büyük yarayı daha da derinleştirmiştir.
Bu süreçte yaşananlar açıkça göstermiştir ki başta Alevi yurttaşlarımız olmak üzere, vicdan sahibi tüm halkımız bu davanın takipçisidir. Toplumumuzda bu yönde yükselen duyarlılık, Sivas Davası’nın “Divan’a kalmasına” kesinlikle izin vermeyecektir. Nitekim Madımak Katliamı’ndan hemen sonra doğan çocuklar, yeni kuşakların temsilcileri olarak alanlarda, sokaklarda, barikatlardadır. Haziran Direnişi’nde ön saflarda yer alan bu gençler, AKP Hükümeti’nin ülkeyi karanlığa sürüklemesine karşı çıkarken, aynı zamanda Sivas kıyımının iktidardaki uzantılarından da hesap sorulmasını istiyor. Çünkü Sivas kıyımının temelinde; köktendincilerin, İslamcı politikacıların hiç vazgeçmedikleri “dindar ve kindar nesiller yetiştirme” tasarımının yattığını biliyorlar.
SINIFTA KALAN “AYDINLAR”!
Sivas’ta yaşanan kanlı olayın ardından Aziz Nesin hemen hedef tahtasına oturtuldu. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalktığı” söylenerek “başkışkırtıcı” ilan edildi. Günümüzün “demokrat” geçinen birçok kalemi de saldırganları bırakıp Nesin’i suçladı. O süreçte yazılıp söylenenleri merak edenler, 1994 yılında yayımlanan Sivas Kitabı’na (*) bakabilirler. Kıyımdan sonra kim ne demiş ne yazmışsa hepsi orada duruyor. Kimler yoktu ki o seçkide?
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den Başbakan Tansu Çiller’e, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’ndan Refah Partisi Milletvekili Abdüllatif Şener’e tüm siyasetçiler adeta “geçit resmi” yapıyorlar. Bir de “gazeteci-yazar-sanatçı” öbeği var. Oktay Ekşi’den Metin Toker’e, Ertuğrul Özkök’ten Cengiz Çandar’a, Altemur Kılıç’tan Sabahatin Önkibar’a, Nurseli İdiz’den İsmet Özel’e uzayan hayli kalabalık bir kesim… Okuyunca çok şaşıracaksınız!
Türkiye’de basının sicili oldumbittim temiz sayılmaz. Her kritik dönemde hiç duraksamadan egemenlerin yanında yer almıştır burjuva basını. Bu yaklaşımın günümüzdeki çarpıcı örneklerini Gezi Direnişi’nde de gördük. Dünyanın gündeminden düşmeyen eylemler karşısında “üç maymun”u oynamaları bir yana, gerçekleri çarpıtmak için de az çaba harcamadılar. Bu konudaki en taze örnek, polisin katlettiği (ne tesadüfse o da bir Alevi’ydi) Ethem Sarısülük için art arda ürettikleri yalan haberlerdir…
AKP’NİN HEDEF SAPTIRMALARI
Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sivas davasında “zamanaşımı” kararının verilmesinden sonra yaptığı açıklamada, üstüne basa basa, 1993 yılındaki olaylar nedeniyle dönemin Sivas Valisi’ni suçlamıştı. Ayrıca, SHP’li hükümet üyelerini de “olayın sorumluları” gibi göstermeye çalışmıştı. Soruşturmanın özel yetkili savcılarca yeni baştan ele alınarak “kamu görevlileri” yönünden “derinleştirilmesini” istemesi de ilginçti. Ancak Sivas kıyımı sırasında Belediye Başkanı, sonrasında RP milletvekili olan Temel Karamollaoğlu’nun sorumluluğundan hiç söz etmedi! Onun, saldırganlara “Gazanız mübarek olsun!” diye seslenişini görmezlikten geldi. Bu basit bir unutkanlık mı?
Dahası var. Karamollaoğlu, ortada hiçbir kanıt yokken Aziz Nesin’i hedef göstererek şöyle demişti:
“Ne olursa olsun, Türk milletini itham eden, tahkir eden, ‘yüzde 60’ı aptal, yüzde 30’u korkaktır’ diyen bir insan… Partili partisiz, herkes bir infialin içine girdi. Bu bir grup meselesi değil. Görünürde, neredeyse doğal bir tepki…”
Aynı Karamollaoğlu, olaydan 19 yıl sonra bile, Madımak kurbanları için televizyon ekranlarında, “Onlar yanarak değil dumandan boğularak öldüler!” diyebilen biri. Bülent Arınç bıraksın yeni komplo teorileri üretmeyi de önce “dava arkadaşı ve eski partidaşı” Karamollaoğlu’nun bu sözlerini sorgulasın!
Bir dönem Refah Partisi’nde politika yapan kadroların çoğu, daha sonra AKP içinde önemli yerlere geldiler. Sivas Davası sanıklarının savunmanlığını üstlenen avukatlardan yedisi AKP’den milletvekili yapıldı. Partinin çeşitli kademelerinde, yerel yönetimlerde ve yargı organlarında görev verilerek ödüllendirilen aynı konumdaki avukat sayısı da az değildir. Bütün bunları rastlantı kabul edebilir miyiz?
DAYANAKSIZ SUÇLAMALR
Arınç’ın olaylardan sorumlu tuttuğu Sivas Valisi, sosyal demokrat kimliği ile bilinen Ahmet Karabilgin’dir. Karabilgin, Sivas’taki kültürel etkinlik süresince Aziz Nesin’in yanından ayrılmamış, kendisine hep saygı göstermiştir. Olaylar başlar başlamaz Vali’nin askerden yardım istediği, ancak sürekli olarak oyalandığı biliniyor. Bu insan halen hayattadır ve Sivas cankırımında en çok acı çekenlerden biridir. Ahmet Karabilgin’in Sivas Kitabı’na da aldığım şu sözü, onun içtenliğinin kanıtıdır: “Keşke Sivas’ta ölen 38. kişi ben olsaydım!”
Bülent Arınç’ın; SHP’li eski Çalışma Bakanı, bugünün “Yetmez ama evet”çisi, neoliberal politikacı Ziya Halis’in bir açıklamasına dayanarak Karabilgin hakkında soruşturma açılmasını istemesi ise çok düşündürücüdür. Kimler kiminle iş çeviriyor?
Tayyip Erdoğan da 4 Nisan 2012’de yaptığı konuşmada, Sivas katliamından -inanılır gibi değil!- CHP’yi sorumlu tuttu! Oysa o tarihte hükümet ortağı CHP değil SHP idi ve Başbakanlık koltuğunda şimdiki kankası Tansu Çiller oturuyordu! CHP “SHP’nin devamı” ise, AKP kimin “devamı”dır?
Erdoğan bu kadarla da kalmadı; kanlı kıyımın başoyuncularından, RP’li Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak’a açıkça sahip çıkarak şöyle dedi: “Orada ‘durun’ diyen, engellemeye çalışan adamı medya günah kurbanı seçti. Medyanın kurban seçtiği adam şu anda ölü. Ölüyü yargılıyorlar ölüyü…”
Oysa Erçakmak, olaylar sırasında “durun!” diyen değil “vurun!” diyen adamdı. Nitekim Madımak’tan yaralı kurtulan Aziz Nesin’i itfaiye merdiveninde tokatlayıp aşağıya yuvarlayan da aynı kişiydi.
SUÇLULARIN YANINDA!
Dönemin Başbakanı Erdoğan, Sivas davasında müebbet hapse mahkûm olmuş bazı kişilerin “haksız yere cezalandırıldıklarını” anıştıran sözler de söyledi. Başbakan, canilerin ailelerinin üzüntüsünü paylaşırken, nedense kurbanların aileleriyle en küçük bir empati göstermedi.
Tezgâh açık değil mi? Katilleri yargı eliyle aklatıp davayı düşürdükleri yetmiyormuş gibi, şimdi de karşı saldırıya geçip topluöldürümün suçunu başkalarına yıkmaya çalışıyorlar.
Anımsayın, daha birkaç yıl öncesine değin Sivas kıyımını kimlere ihale ve havale etmediler ki! Dev-Sol’dan TİKKO’ya, Ergenekon’dan PKK’ye pek çok örgütü / çevreyi bu kanlı tezgâhın sorumlusu gibi göstermek için yandaş gazeteleri kullanarak olmadık yalanlar yaydılar!
KIŞKIRTICI SÖYLEMLER
Bugün Sivas cankırımını anımsatan çok tehlikeli provokasyonlar peşinde görüyoruz siyasal iktidarı.
Yirmi sekiz yıl önce din sömürüsü ve mezhepsel kışkırtmalar üzerinden Sivas’ta tezgâhlanan kanlı oyunun yeni versiyonları AKP iktidarında sahnelenmeye çalışılıyor. Tayyip Erdoğan iktidardan düşme korkusu içindedir ve bu korkuyla sorumsuzca çıkışlar yapıyor. Çığ gibi büyüyen Haziran Direnişi’ni gözden düşürmek için sıklıkla dillendirdiği “Camilerde içki içildi!”, “Mescitlere ayakkabıyla girildi!”, “Başörtülü kızlarımız taciz edildi!” türünden zehirli yalanlar, “mütedeyyin yurttaşlar”ı kışkırtma amacı taşıyor. Bilindiği gibi Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas katliamları da böyle yalanlarla başlamıştı. Dinsel duyarlıklar kaşınarak kitleler bir kez daha sokakta vuruşturulmak isteniyor. Yeni kıyımlara, kırımlara çağrı çıkarılmaya çalışılıyor. Bu kirli ve kanlı oyunu elbirliği ile bozmak zorundayız.
________________
* Sivas Kitabı: Bir Topluöldürümün Öyküsü. Yayına Hazırlayan: Attila Aşut, Edebiyatçılar Derneği, Ankara, Haziran 1994, 583 sayfa. (İkinci Basım: Eylül 1994).