- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
“Sosyal medya”da hemen herkes beğeniyor birbirini. Yeter ki dostu, tanıdığı, akrabası filan olsun, anında basıyor “like”a. Özellikle facebook ile instagramda… Twitter farklı. Orası Serengeti gibi; yüzde doksanı yazdıklarınızı yalanlamaya, dalga geçmeye ya da aşağılamaya meyyal. Vurdukları yerden kan fışkırıyor. Bunu kimi aleni yapıyor, kimi ironiyle. Fakat benim takıldığım, sürekli beğeni bekleyen, tırnağın ucu kadar itirazı kabul etmeyen şişik egolu nevi şahsına münhasır tipler. Psikolog değilim, (okurlarımın arasında varsa katkıda bulunabilir,) bana kalırsa sürekli beğenilmek isteyen, eleştiriden uzakta yaşamayı yeğleyen bu tipler belki de benim tanımlayamadığım bir eziklik içindedirler. Geçenlerde kulağıma geldi: Bazıları, ikide bir bilgisayarından ya da cep telefonundan ‘kazandığı’ beğeni sayısına, kimlerin beğendiğine filan bakıp ona göre pozisyon alıyormuş. Bence bu, tam anlamıyla tutsak alınma hali, başka hiçbir şey değil.
Peki ya yazarların, şairlerin çoksatar, popüler vs olmaları haline ne diyeceğiz? Kimden duydum ya da nerede okudum bilmem, güya Cemal Süreya’ya kitaplarını yayımlayan bir yayınevi sahibi “Kitaplarınız çok satıyor, tebrik ederim” demiş. Bunun üzerine C. Süreya, “Yapmayın yahu, ben o kadar kötü bir şair miyim!” demiş. Dedim: Ben başkasının yalancısıyım. Öyle bile olsa konunun ana düşüncesi çok doğru. Bakın, bütün piyasa yazarlarının kitapları çok satıyor. Okurları değil, müşterileri var çünkü. İki yıl kadar önce hasbelkader Adana’nın Ceyhan ilçesindeki bir ‘kitap şenliği’nde birkaç gün bulundum. Derdim çocuk ve gençler olduğu için şenliğin yapıldığı büyük çadıra gelen ilk, orta ve liseli çocukların hangi türde kitaplara iltifat ettiğine baktım. Psikopat, Asansör vs adları olan kitaplar (özellikle kızların) ilgisini çekiyordu. Birkaçını kenara çekip Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i, Demirtaş Ceyhun’u filan sordum. Çıt çıkmadı. Yüzüme bön bön baktılar. Sonrasında birkaç öğretmenle diyalog kurdum. Sitem ettim, etmez olaydım, onlar da kişisel gelişim kitapları arasında kişiliklerini arıyorlardı.
Kendimle kaldığımda Bilge Karasu’yu, Vus’at O. Bener’i, Leyla Erbil’i, Nezihe Meriç’i, Selim İleri’yi ve onlar gibi her yerde hazır ve nazır olmayan, yalnızca yazdıklarıyla var olan karakterleri oturmuş gerçek yazarları düşündüm. “Ne olacak bu memleketin hali!” demenin tam vaktiydi ama demedim. Tersine, Necatigil gibi “İşimize bakalım!” deyip geçtim. Beyefendiler, hanımefendiler sürekli övülmek, beğeni toplamak istiyorlar diye kendime ters düşemem. Ben gerçeğin dostu olarak kalmak isterim, şunun ya da bunun değil. Fakat itiraf etmeliyim ki, eski bir eğitimci olarak örneklerini verdiğim “hastalık”lar ilgimi çekiyor; en azından sosyal-psikoloji planında… İnsanlar neden eserleriyle değil de güzellikleriyle, parasal zenginlikleriyle görünmek, bilinmek isterler? Öyle olmasalar bile öylelerine neden özenirler, onlar gibi yaşamak isterler?
Ne diyordu şair: “Yok başka cehennem / yaşıyoruz işte” Evet, cehennem biziz.