- Türk Telekom Telekomünikasyon Müzesi - 27 Ekim 2023
- Kars, Zamanı Yitik Şehir - 25 Eylül 2023
- Çeşnigir Kanyonu ve Köprüsü - 19 Aralık 2022
Hişt! Hişt!.. Geç Gelen İlkbahar
“İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir çılgınlık, olamayacak gibi duran bir şeyin oluşu, ilkbahar şu, ilkbahar bu… Kuş, papatya, gelincik, çayır, çimen, ağaç, çiçek, mimoza, zakkum, su sesi, hindiba, Çingene, kuzu… Klasik ilkbaharların içinde hepsinin, hatta sülüğün bile yeri vardır. Unuttuklarım da çoktur…” der Sait Faik, Bir İlkbahar Hikayesi’nin girişinde. Haziran ayının son günlerini yaşıyor olsak da geç gelen bir ilkbahar rüzgarı esiyor. Günler masmavi gökyüzünü birdenbire ele geçiren kara bulutların hışmı ile geçip giderken, geç gelen ilkbahara merhaba demeye gidiyoruz. Rotamız Çankırı, Çerkeş, Yumaklı Köyü…
Göğün kıyısında bulanık bir bulut kütlesi gezinirken Yol Arkadaşım Doğa Yürüyüşü Grubu ile yola çıkıyoruz. İlk kez yürüyeceğim farklı bir rota. Kapkara bulutlarla aniden kaplanan şehirden uzaklaşırken birden parlak bir kuş geçiyor önümüzden. Birazdan yürümeye başlayacağız. Gözlerimi kapıyorum.
“Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan, “Hişt”, dedi. Dönüp baktım. Yolda kimsecikler yoktu.”
Anlaşıldı, gün Sait Faik’le geçecek. Sağlı sollu sıralanan papatyaların, kır çiçeklerinin içinden geçerken kuş sesleri içimizi dolduruyor. Bayırlara doğru yükselen uzun bulutları yakalamaya çalışıyoruz sanki. Tepelerden kah iniyoruz, kah çıkıyoruz. Arada bir ormanın yeşilliğine dalıyoruz. Hülyalara dalmak gibi.
Çiçekler her yanı renkleriyle istila etmişler. Renk cümbüşü gözlerimi kamaştırıyor yürürken. Gökyüzünden yansıyan bir aynanın ışığı dans ediyor yüzümde. Çamur bazen paçalarımızı kaplıyor. Sonra küçük bir dereden geçerken asıldığı yerden kopuyor, akıp gidiyor suyla birlikte. Karşımızda tüm heybeti ile Işık Dağı. Muhteşem görünüyor. Çankırı bölgesi Paphlagonia olarak geçiyor. Gangra, Gangıra, Kankıra olarak söylenegelip Osmanlı döneminde Çengürü, Çengiri, Çangırı halini almış. Gangra, Paphlagonia dilinde tiftik veya keçi anlamına geliyormuş. Gözlerim çağla bademi keçiler aradı bayırlarda ama bulamadım. Yemek molası vereceğimiz tepeyi tırmanırken yeşilliğin ortasında otlayan ineklerle karşılaşıyoruz. Sanki bir tabloyu seyrediyorum ama keçiler de olsaydı iyiydi. 1760 metre yükseltide verdiğimiz moladan sonra inişe geçiyoruz. Uzakta çok uzakta, dağların bayırların arasında küçücük bir köy görünüyor. Yumaklı Köyü… İçimden eski bir okul şarkısı geçip gidiyor yürürken. “Orda bir köy var uzakta…”
Yemek sonrası patikalarda tek başıma yürürken, şeyler gizemli ve sihirli bir havaya bürünüyor. Aklımız hala mucizelerle dolu. Önümsıra yürüyenlerin geride bıraktığı düş kırıntılarını topluyorum. Grup doğayı dinleme molası verdiğinde, sırtımı taşa yaslayıp zihnimin neşeli çevikliğine teslim oluyorum. Yaprakları kımıldatmadan en yüksek dallara tırmanıyorum. Daldaki erkenci kuşun yanına konuyorum. Yumuşacık göğün kıyısında huzur buluyorum.
Aşağılarda orman seyrelip yerini çizgiler halindeki çayırlara bırakıyor. Yürürken insanların arkalarından bakıyorum. Düzlükte ufalıyor, ufalıyor ve nokta haline gelip kayboluyorlar. Fazlasıyla büyük olan dünyanın bizi içine çekişi bu. Yine gökyüzünün altında bir sonraki gidişe uzanıyoruz fütursuzca. Derenin şırıltısı geliyor kulağıma. Köyün kokusu burnuma sızıyor. Son ağacın yanından geçerken, dalların arasından sızan ayna ışığı geçip gidiyor içimden. Toprağın kucağında, Tabiat Ana’nın kollarında yaptığımız 11.5 km’lik yolculuk bitiyor. Damağımda semaverdeki çayın lezzeti, dudağımın kenarına ilişen bir tebessümle gün sonlandı.
Bu güzel yolculuğa vesile olan Yol Arkadaşım Grubu’nun lideri Aytekin Gültekin’e ve Dilek Gültekin’e teşekkürler. “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…” Yeni rotalarda buluşmak üzere…