Görmeyi en çok istediğim ülkelerden biriydi Küba. Yıllar yılı çok şey yazılmış, söylenmişti Amerika kıtasındaki bu küçük ülke için. 1990’da Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra “Sosyalizmin son kalesi” olarak tek başına kalmıştı. Emperyalizmin açık-gizli saldırılarına uğramış; yarım yüzyıldır süren ABD ablukasına karşın ayakta kalmayı başarmıştı. Ancak ABD Başkanı Barrack Obama’nın Küba’yı ziyareti sonrasında ülkede kimi değişimlerin yaşanacağı söyleniyordu. Küba’yı yöneten Komünist Parti yöneticileri ise sosyalist sistemin değiştirilmesine izin vermeyeceklerini açıklıyorlardı. Bütün bunlardan dolayı insanların ilgisi Küba’nın üzerindeydi. Sonunda biz de gidip gördük. Uzun ve yorucu bir yolculuk oldu bizim için ama buna değdiğini söyleyebilirim.
Artıları ve eksileri olan bir ülke Küba. 1959 Devrimi’nin kazanımları küçümsenemez. ABD güdümündeki askeri bir diktatörlükten eşitlikçi bir düzene geçilmiş. Sağlıkta ve eğitimde büyük atılımlar yapılmış; halk önemli kazanımlar elde etmiş. Ama bir bolluk ve genlik ülkesi değil Küba. Kaynakları sınırlı, halkı yoksul. Ülke, ekonomik darboğazı aşmak için son yıllarda turizme açılmış. Turizmin getirisi kadar götürüsü de olduğu biliniyor. Bunu Küba’da da yakından gözlemledik. 15-25 Mart 2016 arasında gerçekleştirdiğimiz Küba gezisiyle ilgili gözlem ve değerlendirmelerimi daha önce BirGün gazetesinde yazmıştım. Bu yazıda ise gezinin renkli yönlerini anlatmaya çalışacağım.
* * *
Siz Küba’nın harita üzerinde timsaha benzeyen küçük bir ada gibi görünmesine bakmayın! Gerçekte yeryüzünün en büyük 13. adasıdır. Ayrıca 1232 km genişliğindeki toprakları ve 12 milyona yaklaşan nüfusuyla Karayipler’in en büyük, en kalabalık ülkesidir. ABD’ye uzaklığı ise yalnızca 150 km’dir.
Karayip Denizi, Meksika Körfezi ve Atlantik Okyanusu’nun kesiştiği yerde bulunan Küba, kendi içinde de birkaç küçük adadan oluşur. Amerika Birleşik Devletleri ve Bahamalar’ın güneyinde, Meksika’nın doğusunda ve Cayman Adaları ile Jamaika’nın kuzeyinde yer alır.
BAĞIMSIZLIK SAVAŞINDAN DEVRİME UZANAN YOL
Kristof Kolomb, uzun bir deniz yolculuğundan sonra 28 Ekim 1492’de Küba adasına çıkar ve burayı “İspanyol toprağı” ilan eder. Küba halkı, İspanyol sömürgeciliğine karşı 1808-1895 yılları arasında uzun ve kanlı bir bağımsızlık savaşı yürütür. Bağımsızlık savaşının önderleri José Martí ve Antonio Maceo, bu süreçte öldürülür. İspanya-Amerika Savaşı’na dek İspanya toprağı olarak kalan Küba’yı daha sonra ABD birlikleri işgal eder. Küba, 1902 yılında Birleşik Devletler’den sözde bağımsızlık kazansa da 1959 yılındaki Devrim’e değin bu ülkenin uydusu olarak kalır. Fidel Castro önderliğinde gerilla savaşı yürüten Kübalı devrimciler, 1 Ocak 1959’da Havana’yı ele geçirerek ABD kuklası diktatör Batista yönetimine ve sömürü düzenine son verirler.
HAVANA’NIN GÖRKEMLİ MİMARİSİ
2,5 milyonluk nüfusuyla hem Küba’nın hem Karayipler’in en büyük kenti olan Başkent Havana, 16. yüzyılın başlarında kurulmuş. Bugün Uluslararası José Martí Havaalanı ve doğal limanıyla ülkenin en önemli ulaşım merkezi durumunda. Küba’ya her yıl yaklaşık iki milyon turist gidiyor. Türkiye’den gidenlerin sayısı ise yirmi bin dolayında. Zaten Küba ekonomisi büyük ölçüde turizm gelirlerine dayanıyor. ABD ile buzların erimesi ve Obama’nın Mart 2016’da ülkeyi ziyaretiyle 60 yıllık ambargonun sona ereceği umudunun doğması, Küba’nın turizm potansiyelini daha da artıracağa benziyor.
Eski Havana, İspanyol mimarisinin görkemli yapılarıyla bir açık hava müzesini andırıyor. Kübalılar kolonyal dönemden kalma 500 yıllık mimariyi olduğu gibi korumuşlar. Vieja Meydanı’ndaki barok ve neoklasik anıtlar, saray yavrusu konaklar, ince işçilikleri ve değişik süslemeleriyle göz kamaştırıyor. Kuşkusuz her birinde yerli halkın ve Afrika’dan getirilen kölelerin alın teri var! Sömürgeciliğin tarihsel çelişkisi bu! Bir yanda yoğun emek sömürüsü, öbür yanda görkemli sanat yapıtları… Ama bugün o şatolarda soylular değil Küba halkı oturuyor!
Eski Havana’daki yapılar, 1982 yılında UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmış. Şimdi yoğun bir onarım çalışması var bu bölgede. Yapılar belli bir plan çerçevesinde ve uzman gözetiminde restore ediliyor.
Ülkede doğaya, tarihe saygı üst düzeyde. Rant amacıyla tarihsel yapıları yıkıp yerine AVM ve plaza dikmek sözkonusu değil! TOKİ’nin çirkin apartmanlarını da göremezsiniz Küba’da. Konut olarak kullanılan evler eski ama çok renkli…
Küba’daki turistik otellerin çoğunu İspanyollar işletiyor. Eski sömürgesi Küba’ya biraz da “yavru vatan” gözüyle bakıyor İspanya. “Sol” oteller zincirini kurmuşlar orada. “Sol” derken yanlış anlaşılmasın; İspanyolcada “güneş ışığı”, “güneşli taraf” anlamına geliyormuş bu sözcük…
Küba’da seyahat özgürlüğü var. Ülkeden gitmek isteyenlere engel olunmuyor. Kübalı yöneticiler, zorlayıcı yöntemlerin bu konuda olumlu sonuç vermeyeceğini düşünüyor.
KÜBA’NIN ANTİKA ARABALARI!
Küba’da ulaşım sorunu tümüyle çözülebilmiş değil. Son yıllara dek, doğru dürüst otobüs bile yokmuş ülkede. Kamyon kasasından bozma otobüsler kullanılıyormuş. Şimdilerde Çin’den satın alınan modern otobüsler turistlere hizmet veriyor.
Küba’daki otomobiller, Devrim öncesinden kalma. Amerikalıların ve işbirlikçi Kübalıların ülkeden kaçarken geride bıraktıkları antika arabalar bunlar. 40’lı, 50’li yılların Ford’ları, Chevrolet’leri… Üstü açık rengârenk otomobiller… Taksiler de çeşit çeşit: Sarı ve mavi plakalı taksiler; bisikletten ve motosikletten bozma “bici taksiler”, “coco taksiler”, fayton taksiler… Bu arada ekleyelim: Taksilerin çoğu devlete ait.
Arabalar eski olduğu için aşırı gaz çıkarıyor. Her yerde ağır bir egzoz kokusu. Sürekli bozulan taşıtlar yüzünden sürücüler tamir işinde uzmanlaşmış. O yüzden, yolda kalma tehlikesi yok! Şoförler hemen onarıyorlar bozulan arabaları. Bize söylendiğine göre, özel taşıt sahipleri, yolda bekleyen insanları arabalarına almak zorundaymış. Ama biz böyle bir duruma hiç tanık olmadık.
GÜVENLİ BİR ÜLKE
Küba, dünyanın en güvenli ülkelerinden biri. Kentlerde ve köylerde “güvenlik sorunu” yaşanmıyor. Evlerin kapıları ve pencereleri her yerde sabaha dek açık! Türkiye’de her gün bombalar patlar, cankırımları yaşanır, kadın cinayetleri ve çocuk tecavüzleri gündemden düşmezken, Küba gerçekten bir erinç ve dirlik adası! Irkçılık yok, ayırımcılık yok, kavga gürültü yok!
Küba bir tüketim toplumu değil. Caddelerde, binaların duvarlarında reklam panosu göremezsiniz. Görebileceğiniz afişler ya siyasal içeriklidir ya da “kamu spotu” niteliğindeki bilgilendirme duyurularıdır.
Devlet, yurttaşların istedikleri dine inanma hakkını güvence altına almış. Böyleyken, tapınaklara gidip ibadet edenlerin oranı ülke genelinde yüzde 10’u geçmiyor. Kiliseler çoğu zaman boş…
Küba’nın her yeri yemyeşil. Palmiyeden hindistancevizine çeşit çeşit ağaçlar, şekerkamışı tarlaları ve tropikal meyveler, uzayıp giden yollar boyunca size eşlik ediyor.
Siesta yapmayı seviyorsanız, evlerin verandasındaki “sallanan sandalyeler” sizi bekliyor!
Özetle söylemek gerekirse, dingin bir yaşamı özleyenler için ideal bir ülke Küba!
SOKAĞA ÇIKARKEN BAHŞİŞİNİZİ HAZIRLAYIN!
Küba’da bahşiş vermek neredeyse zorunlu! Adeta bir bahşiş sektörü oluşmuş. Kafede, lokantada, barda, otelde, hatta parkta, yani gün boyu girip çıktığınız her yerde durum aynı. Tuvaletlerin kapılarında bekleyen kadınlara bile bahşiş vermeden geçemezsiniz! Adım başı karşınıza çıkan müzisyenler ise iki şarkı patlatıp bahşiş için hemen şapkalarını uzatıyorlar!
Havana’nın turistik bölgelerinde rengârenk yerel giysileriyle dolaşan yaşlı kadınlar görüyoruz. Ağızlarında purolarıyla turistlere poz veriyorlar. Hemen belirtelim: Onlarla fotoğraf çektirmek de paralı! Çünkü günümüzün Küba’sında, kendi adlarına çalışan ve devlete vergi ödeyen “özel girişimci” yurttaşlarmış bunlar…
CHE TURİZMİ!
Yaşayan önderlerin anıtları dikilmiyor, posterleri asılmıyor Küba’da. Bu yüzden Fidel Castro’nun tek anıtı yok. Devlet Başkanı Raul Castro’nun da öyle. Ancak Küba halkının büyük kahramanları Che Guevara ile Camilo Cienfuegos’un büstlerini her yerde görebilirsiniz.
Tüm dünyada devrimci gençliğin idolü sayılan Che’nin anıtları, yontuları, posterleri, kent meydanlarında karşınıza çıkıyor. Ayrıca turistlerin alışveriş ettiği küçük dükkânlarda ve pazar yerlerindeki tezgâhlarda, “Che”li hediyelik eşyadan geçilmiyor. Tişörtler, şapkalar, bereler, kolyeler, fotoğraflar, albümler, tablolar, yani aklınıza ne gelirse, her nesnenin üzerine Che’nin figürü işlenmiş. Diyebilirim ki “Che efsanesi”, Küba’da turizmin itici gücü olarak kullanılıyor.
Bu durumu görünce, ozan dostum Ümit Sarıaslan’ın, “Rahat Bırakın Che’yi” şiirini anımsadım:
“Şeyleştiremezsiniz Che’yi / Gücünüz yetmez / İnsanlığın bahçesini çiğnemeye / Tinini çarpıtmaya geleceğin / Kirletemezsiniz / Kavganın, şiirin ve sevdanın / Gülden çeliğini”.
PAZARLIK ŞART!
Doğu toplumlarına özgü “pazarlık” olgusunun Küba’da da yaygın olduğunu bilmiyordum. Özel girişimcilerin işlettiği dükkânlardan pazarlık yapmadan alışveriş ederseniz çok rahat kazık yiyebilirsiniz! Değişik türlerdeki “taksi”ler için de durum aynı. Sosyalist bir ülkede insanlar, neden değerinin üstünde bir fiyatla satmak isterler ürünlerini? Acemilik günlerimizde böyle bir şeyi aklımıza getirmediğimizden, satıcıların ve sürücülerin istedikleri parayı ödüyorduk. Kübalı rehberimiz, her yerde pazarlık yapmamız gerektiğini öğütleyince biz de bu yönteme başvurduk ve çok yararını gördük. Satıcıların istediği fiyatı, pazarlık ederek yarı yarıya düşürebiliyorsunuz!
TÜRKİYE SEVGİSİ
Türkiye’ye yönelik sıcak bir ilgi var Küba’da. Çok yakınlık gösteriyorlar Türkiye’den gelenlere. Satıcıların ve çalgıcıların ilgisi ise daha da fazla! Türkiyeli olduğunuzu öğrenince, hemen “Merhaba Türkiye!” diye tezahürat yapıyorlar. Küba’daki ilk günümüzde, Havana’nın Vieja Meydanı’ndaki döviz bürosunda para bozdururken, çevremizi saran Kübalı yerel müzisyenlerden biri, Türkiye’nin tüm illerini tek tek saymaya başladı. Bizim şaşkın bakışlarımız arasında daha sonra futbol takımlarımızı ve ünlü oyuncularımızı sıralamaya girişti. Yetmedi! Ardından Türk dizilerine geçti… Tabii Türkiye hakkında bu denli bilgi sahibi olan bir çalgıcıdan bahşiş esirgenmezdi. Biz de Küba’daki ilk günümüzün cömertliği ile böyle davrandık. Ceplerimizdeki CUC’ları (yabancıların kullandığı Küba parası), adamın bahşiş kutusu gibi kullandığı çalgısının içine boşalttık. İyi bahşiş toplayan müzisyenlerin keyfine diyecek yoktu!
ATATÜRK BÜSTÜ
Türkiye’den Küba’ya giden herkesin mutlaka görmek istediği yerlerden biri de, içinde Atatürk büstünün bulunduğu parktır. Havana’nın kıyı şeridindeki Del Puerta Caddesi’nde yer alan büstü biz de merak ediyorduk. Gezi programında yer almasa da, yolumuzun üzerinde olduğu için, orada kısa bir mola vererek grup üyeleriyle fotoğraf çektirdik. Büstün kaidesinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk” yazıyordu. Hemen altında ise Türkçe ve İspanyolca olarak Atatürk’ün ünlü özdeyişi: “Yurtta Barış, Dünyada Barış” (“Paz en el pais, paz en el mundo”).
Küba’da büstü dikilen sayılı yabancı devlet adamlarından biriydi Atatürk. Türkiye’de çoğu solcunun dudak büktüğü Mustafa Kemal’e Kübalı devrimcilerin gösterdiği bu ilgi ve saygı gerçekten çok anlamlıydı.
DEVRİM MEYDANI
Havana’daki en önemli meydanlardan biri de Vedado’daki Devrim Meydanı.
Devrimden sonra Fidel Castro‘nun Küba halkına sık sık seslendiği, önemli toplantıların yapıldığı Devrim Meydanı, kitlesel 1 Mayıs kutlamalarının da simgesel buluşma yeri. Tüm dünyadan binlerce insan, her yıl bu kutlamalara katılmak için uzak yerlerden geliyor. Son yıllarda Türkiye’den gelenlerin sayısında da hayli artış gözleniyor. Bu yıl Havana’daki 1 Mayıs törenine Türkiye’den 6 bin kişi katılmış.
Devrim Meydanı’nda José Marti’nin 142 metre yüksekliğinde bir anıtı var. Meydanın çevresinde Milli Kütüphane ve kimi bakanlık binaları bulunuyor. İçişleri Bakanlığı binasının duvarına Che Guevara’nın dev bir silueti çizilmiş. Altında, “Hasta la Victoria Siempre” (Zafere kadar, daima) sözü yazıyor. Geceleri ışıklandırılıyor Che’nin silueti. Görevini bırakmadan önce Fidel Castro‘nun Başkanlık Ofisi de buraya yakın bir yerdeymiş. Devrim Meydanı’na tepeden bakan bir yükseltide ise, Batista döneminde dikilen, ancak yeni rejimin dokunmadığı dev bir İsa Anıtı bulunuyor.
DEVRİM MÜZESİ
13 Mart 1957’de devrimci öğrencilerden oluşan bir grup, Batista‘yı öldürmek için Başkanlık sarayını basar. Ancak diktatör saraydan kaçırılır. Çatışma sırasında 40 öğrenci öldürülür. Bina içindeki ana merdiven duvarlarında bu çatışmanın kurşun izleri hâlâ duruyor.
Kübalı ve Belçikalı iki mimarın yaptığı bu bina, 1920 yılında Başkanlık Sarayı olarak açılmış. 1959’da halk adına el konularak Devrim Müzesi’ne dönüştürülmüş…
Müzede Küba Devrimi’ne ilişkin her şeyi bulabilirsiniz. İspanyollara karşı verilen Bağımsızlık Savaşı (1895-1898) ile ilgili bölümler de burada yer alıyor. Özellikle Che Guevara ve Camilo Cienfuegos‘un balmumu yontularının bulunduğu bölüm çok etkileyici.
Müzenin hemen yanında Granma Anıtı bulunuyor. Granma, Kasım 1956’da Batista‘yı devirmek üzere Meksika’dan Küba’ya doğru yola çıkan 82 devrim savaşçısını taşıyan teknenin adı. Şimdi Küba Komünist Partisi’nin yayın organı da Granma adını taşıyor.
CHE’NİN NÂZIM’LA BULUŞTUĞU MÜZE
“Casa del Che”, yani “Che’nin Evi” olarak da anılan Che Müzesi, Havana’nın Casablanca semtinde bulunuyor. Burası, Che‘nin Küba’da ailesiyle birlikte yaşadığı ev değil, daha çok büro olarak kullandığı bir mekân. Çalışma odasının ve masasının sadeliği dikkati çekiyor. Bir de küçük yatak odası var. Demek ki Che, bazı geceler burada kalıyormuş. Che’nin cenazesinin Bolivya’dan Küba’ya getirildiği tabut da bir odada sergileniyor. Bu binayı bizim için daha da ilginç ve önemli kılan bir başka özellik ise müzenin kapısındaki duvarda, Nâzım Hikmet‘in Piraye için yazdığı “Karıma Mektup” şiirinden bir alıntının yer alması… Che’nin bir mektubundan alınarak müzenin duvarına İngilizce olarak şu satırlar yazılmış:
“From now on it would not consider my death a frustration, hardly as Hikmet: I will only take to the tomb the regret of an unconsumed song.”
Metnin Türkçe çevirisi ise şöyle: “Bundan böyle tıpkı Hikmet’in yaptığı gibi, ölümümü rahatsız edici bir olgudan daha fazlası olarak değil, yarım kalmış bir şarkının acısı olarak göreceğim.”
CHE’NİN ÇEVİRMENİYLE KARŞILAŞMA
Che’nin anıtmezarının bulunduğu Santa Clara’ya gidiyoruz. Yol boyunca bizi bilgilendiren rehberimiz Nadia, “Adım Rusça ama ben yüzde yüz Kübalıyım!” diye espri yapıyor.
Trinidad’da aramıza güleç yüzlü bir adam katılıyor. Rehberimiz, bu kişinin Che’nin BM’de çevirmenliğini yapan Miguel Gonzales Gomez olduğunu söyleyince otobüste bir alkış kopuyor. Miguel, utangaç biri. Elini, “Hayır, hayır!” anlamında sallayarak susturmak istiyor alkışlayanları.
O zamanlar yirmili yaşların başındaymış Miguel Gonzalez. Şimdi benimle yaşıt. Sevimli, içten, alçakgönüllü bir yoldaş. Ayrılırken, avucumun içine madeni bir nesne sıkıştırıyor. Bakınca, üzerinde Che’nin resminin yer aldığı anı parası olduğunu anlıyorum. Ben de ona, Trabzon’un simgesi olan hamsi maskotlu bir anahtarlık armağan ediyorum…
CHE’NİN MOZOLESİ
Ernesto Che Guevara ve onunla birlikte 1967 yılında Bolivya’da öldürülen on altı savaşçı arkadaşının yattığı yer burası. Che’nin naaşı, 17 Ekim 1997’de Bolivya’dan Küba’ya getirilmiş. Bu anıt, başta Che olmak üzere, Devrim için yaşamlarını yitiren kahramanların anısına adanmış.
Kübalılar için adeta kutsal bir mekân burası. Ziyaret sırasında fotoğraf çekmek, hatta konuşmak yasak. Mutlak sessizlik ve saygı ortamında gezilmesi isteniyor mozolenin.
Mozolenin bitişiğindeki müzede ise Che ile yoldaşlarının Sierra Maestra dağlarında kullandığı çeşitli nesneler sergileniyor. Silahlardan haberleşme araçlarına, satranç takımından tıbbi aygıtlara, Che’nin dürbününden piposuna dek her şeyi görmek olanaklı burada…
HEMİNGWAY’İN KÜBASI
Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway, ilk kez 1928 yılında gitmiş Küba’ya. Karısına gönderdiği mektupta, “Hayatımın geri kalanında Küba’yı anlamaya çalışacağım” diye yazmış. Sonra birkaç kez daha gidip gelmiş adaya. Kendisine Nobel Ödülü kazandıran Yaşlı Adam ve Deniz adlı ünlü romanını da Havana’nın 10 kilometre doğusundaki küçük balıkçı köyü Cojimar’da geçirdiği günlerin esiniyle yazmış. Küba’ya son gidişinde ise (1934), Havana’nın merkezindeki Ambos Mundos oteline yerleşmiş. Ardından, 1940 yılında San Francisco de Paula kasabasındaki çiftlik evi “Finca Vigia”yı satın almış ve 22 yıl orada yaşamış. Sonra ani bir kararla Küba’yı terk ederek ABD’ye dönmüş. 2 Temmuz 1961’de ise Florida’da tüfeğini ağzına dayayıp tetiği çekerek intihar etmiş…
Hemingway’in Finca Vigia’daki çiftlik evi, Havana’nın güneydoğusuna 15 kilometre uzaklıkta. 1887’de İspanyol neoklasik mimari tarzında yapılmış bir konak. Hemingway’in; eşi, hizmetçileri, 38 kedisi ve 9 köpeği ile 22 yıl yaşadığı evin bahçesindeki dört küçük gömüt merak uyandırıyor. Öğreniyoruz ki, bunlar aile üyelerine ait değil, yazarın beslediği köpeklerin gömütleri… Evin giriş bölümündeki büyük hangarın içinde ise yazarın “Pilar” adlı yatı sergileniyor.
Hamingway’in eşi Mary Welsh, kocasının ölümünden sonra Küba Hükümeti’ne bağışlamış bu çiftlik evini. Şimdi müze olarak kullanılıyor.
Küba’da turistlerin uğrak yerlerinden biri de Hemingway’in uzun süre yaşadığı Hotel Ambos Mundos. Silahlara Veda ve Çanlar Kimin İçin Çalıyor? adlı kitaplarını burada yazmış Hemingway. Otelin girişindeki iki duvarda yazarın fotoğrafları görülüyor. Castro ile birlikte çekilmiş fotoğraf da asılı duvarda. Ernest Hemingway‘in kaldığı 511 numaralı oda ise müzeye dönüştürülmüş.
TRİNİDAD’IN PANSİYONLARI
Karayipler’deki Trinidat’ın kuruluşu 1514 tarihine bağlanıyor. Küba’nın en eski yerleşim yeriymiş. İspanyol sömürgecileri buraya önce altın aramak için gelmişler. Altın bulamayınca şeker üretimine başlamışlar. Şekerkamışı tohumunun anavatanı Gine imiş. Oradan getirip yetiştirmişler… Trinidad kenti, tümüyle tarihsel sit alanı. 1988 yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası Listesi”ne alınmış. Evler ve eski yapılar olduğu gibi korunuyor. Kentte “casa” denen çok sayıda kiralık ev var. Bir tür pansiyon işlevi görüyor bu evler. Turistlere oda oda kiralanıyor. Fiyata kahvaltı ve akşam yemeği de dahil. Devletin verdiği izin çerçevesinde özel kişilerce çalıştırılan bu evler, işletmecilerinin adıyla anılıyor. Biz “Mirta’nın Evi”nde kaldık. Bana Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi”ni anımsattı nedense…
Trinidad’da evlerin kapıları pencereleri hep açık. Sokaktan geçerken evlerin içini görebiliyorsunuz. Kapı önerinde oturan ve gelip geçenlere gülümseyen yaşlı kadınlar içinizi ısıtıyor. Balkonlarda renk renk çamaşırlar! Daracık Trinidad sokaklarının yer yer toprağa dönüşmüş arnavutkaldımlarında güçlükle yürüyerek kentin çok renkli ve hareketli merkezine ulaşıyoruz. Yol boyunca hediyelik eşya satışı yapan dükkânlar ve resim atölyeleri görüyoruz. Kent merkezi, değişik müzik gruplarının sahneye çıktığı kafeler ve salsa barlarıyla dolu. Ayrıca çok sayıda müze ve dinsel yapı da var burada.
KÜBA’DA ROLLİNG STONES KONSERİ!
Küba’yı ziyaretimiz sırasında birçok tarihsel olaya da tanıklık ettik. ABD Başkanı Barack Obama ve ünlü rock müzik topluluğu Rolling Stones, bizimle aynı tarihte Küba’daydı. Havana’daki görkemli Rolling Stones konseri, Obama‘nın Küba ziyaretini biraz daha renklendirip sevimli göstermeye yardım etti. Zamanlaması herhalde rastlantı değildi. Salt Rolling Stones konserini izlemek için Küba’ya gelen Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, bu olayı, “Küba’nın dünyaya açılış töreni” olarak niteledi. Hatta daha da ileri giderek, 400 bin kişinin izlediği konseri, Berlin Duvarı’nın yıkılışına benzetti…
Küba’da Batılı yaşam tarzına özenenler yok değil. Özellikle Amerikan müzik endüstrisinin yarattığı ikonlar, gençlik üzerinde etkili oluyor. Havana’nın Katedral Meydanı’ndaki bir parkta Michael Jackson taklidi yaparak çılgınca dans eden Kübalı bir gencin gösterisine tanık olduk. Giysileri ve kıvrak devinimleriyle hık demiş, öykündüğü şarkıcının burnundan düşmüştü sanki! Bir bakıma Küba’daki yeni eğilimin temsilcisi gibiydi. Havana’da yerel müzik dinlemek için gittiğimiz bir müzikevinde (Casa de la Musica) ise kulakları sağır eden gürültülü disko müziği ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim…
Evet, Küba, Karayipler’de bir başka dünya… Altmış yılda başardıkları ve başaramadıkları var. Başaramadıklarından “ambargo”yu sorumlu tutuyorlar. Ne var ki yoksulluk bükmüş halkın belini. Biraz yorgun, bezgin ve bıkkın gördüm insanları. “İyi ki rom ve salsa var Küba’da, yoksa hepten mutsuz olurlardı” diye düşündüm ülkeme dönerken…
Harika. Kuba’yi yeniden yaşadım.Kalemine sağlık üstat..
Çok teşekkür ediyorum Salim Bey.
Selamlar, sevgiler.