Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ahmet Telli
“Aklına Nana’nın bir keresinde söylediği şey geldi; her bir kar tanesinin, dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen ah olduğunu. Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağı, insanların üzerine yağıyordu.” (Khaled Hossein)
Siz hiç rüyalarınızda uçtunuz mu? Gun ağarmak üzere, etrafım yüksek binalarla çevrili. Gökyüzü mendil kadar… Etrafımda çok yüksek binalar var. Yerçekiminin gücüne karşı koyamıyorum. Her adım atışta sanki dünyanın yükünü kaldırıyor ayaklarım. Zaman ağır çekimde seyrediyor. Ağırlıklardan kurtulsam bir tüy kadar hafif olsam, diye düşünürken havalanarak savrulduğumu hissediyorum. Biraz acemilikten sonra beni aşağı çeken her şeyi bırakıp gökyüzüne yükseliyorum. Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehrin üstünde özgürce uçarken uyanıyorum. Hâlâ uçabileceğimi düşünüyorum yataktan kalkarken.
Bir kar tanesi kadar hafif olmak için Yol Arkadaşım Trekking Grubu ile kar yolculuğuna çıkıyorum. Herkesin yürürken gördükleri, yaşamla ilişkilendirdiği bir dolu şey vardır yolunun üstünde. Farklı sözcükler kullansak da aynı şeyden söz edebiliriz. Rotamız, Gerede Kızılcahamam sınırındaki Berçinyayalar bölgesi. Karlı ağaçların büyüleyici görüntüleri bizi bekliyor. Berçinyayalar köyü, Korkmazlar ve Yayalar olmak üzere iki mahalleden oluşuyor. Köroğlu dağlarının yamaçlarında bir orman mahallesinde yürüyoruz. Yaban hayvanları ormanların derinliklerine çekilmiş. Yaban hayatının devam ettiği bu bölgede yaban domuzu, kurt, tilki ve nadir de olsa ayılar zaman zaman görülüyormuş. Soğuk kış günlerinde yiyecek bulamayan domuzlar ve kurtların köye kadar indiğini anlatıyor yöre halkı. Berçin sözcüğünün anlamı ise toprağı sert olan arazi anlamına geliyormuş. Toprağı kadar kışı da sert olan bölgede, siyah beyaz bir dünyaya adım atıyoruz yol arkadaşlarımla. Uzun zamandır göremediğim bir dost var bu yolculukta. Onunla hem yürüyüp hem de ara ara kısa sohbetler ediyoruz. Az konuşup çok şey paylaşmanın zevkine varıyoruz. Sohbet konuları biraz doğa, biraz felsefe, biraz da kitap yorumlama. Borges’in yolları çatallanan bahçesinden geçiyoruz. Kar yüklü ormanda sorgulamaya dünyanın merkezinden başlıyoruz, kendimizden…
Masalsı bir manzaranın içine giriyoruz. Zaman zaman orman içinde iniş çıkışlarımız oluyor. Grubun önünde giden liderin işi oldukça zor. Diz boyundaki karda, arkadan gelenler için iz açmak ekstra bir performans gerektiriyor. Bize de izde yürümek kalıyor. Alice’in Harikalar Diyarı’ndayız sanki. Bir tavşanın ayak izleri yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Yakınlarda bir tavşan deliği var mı, diye merak ediyorum. Kâşifler keşif, filozoflara felsefe, mucitlere buluş yaptıran o merak duygusunun izinde ilerliyorum. Belki Alice gibi içine düşerim tavşan deliğinin. Gökyüzünü kapatan karlı çam ağaçlarının oluşturduğu ormanda sisli bir hava var. Sisin içinde, derinlerde yatan gizeme doğru uzun ve dolambaçlı bir yol izliyoruz.
Yürüyüş grubunun en sonundayım. Uçsuz bucaksız karlı ormanda karşıma biri çıkıp “Sen kimsin?” diye sorsa, ne cevap veririm acaba? Masaldaki bilgeliği temsil eden Absolem adındaki yaşlı tırtıla, Alice’nin verdiği yanıtı verirdim herhalde. “Ben de pek bilmiyorum efendim. En azından şu an için pek emin değilim. Aslında bu sabah uyandığımda kim olduğumu biliyordum ama o zamandan bu yana birkaç kez değiştim sanırım.”
Öğle yemeği molasında termos çaylarımızla ısınıyoruz. Kar sessizliğinde, ayaklarımızın altında ezilen karı dinleyerek yürüyoruz. Doğanın bu etkileyici ıssızlığında kalbim sürekli konuşuyor, susturamıyorum. Sözcükler içimde kar taneleri gibi uçuşuyor. Her biri narin ve eşsiz, kalbimin yangınında eriyip gidiyorlar. Kar izinde zamansal ve mekânsal bir yolculuk bizimki. Çantadan bir elma çıkarıp yol arkadaşımla paylaşıyorum. Bizim için elma sadece bir meyve, bir tırtıl içinse sığınak. Biriken kar yığınlarının üzerindeki çalı çırpıları Alice’nin Cheshire Kedisi’ne benzetiyorum. Yol arkadaşıma Cheshire Kedisi bizi takip ediyor, diyorum. Sonra onunla etrafımızda kar yığınlarını bir şeylere benzetmeye başlıyoruz. Bir oyun bu… Hayalcinin engin düş evreni sınırsız bir tablodur. En göz alıcı ve büyüleyici renklerle bezenmiştir dünyası. Önümde yürüyenler gözden kayboldu. Ben de Cheshire Kedisi’ne soruyorum. “Hangi yöne gitmem gerekiyor?”. Yanıtı kısa ve net. “Ne yöne gittiğin fark etmez. Yeteri kadar yürürsen emin ol bir yere varırsın.”
Parkur bitmek üzereyken yakalıyorum öndeki grubu. Semaverdeki çayın kokusunu, tüten dumanını hayal ediyorum. Ayaklarımın altındaki sert toprağı kar kokusu kaplamış. “Dinmez boşluklarda karın soğuk ve sürekli ısrarı / Yumuşak hantallığıyla kaplayışı uçurumları” Atilla İlhan’ın her bir sözcüğü kristalleşmiş bir kar tanesi. Kavrayışın ve içselleştirmenin düz ovasına iniyorum. Kendime her an biraz daha yakınlaştığımı hissetmenin coşkusu ile parkurun son adımını atıyorum…