Bu hafta sonu ruhum kelebek gibi uçuşuyor. Baharın etkisi galiba. İçimden bir şarkı söylüyorum yine…
‘’… Gittiğim yer başka, yokuşlarım başka
Karanlıkta yanabilirim, boşlukta durabilirim
Düşmem ben kanatlarım var ruhumda……. ‘’
Kelebek, mitolojide ruh ile eşleştirilir. Mitolojide, Psyche aradığını bulamayan ruhun yazgısı simgeler… Yunanca, kelebek ve ruh anlamına da gelmekte. Eros’ la Psyche arasındaki güzel aşk hikayesi, en güzel mitolojik öykülerden biridir. Şamanizm’ de ise bir işaret olarak kabul edilir. Kelebeğin metamorfoz evreleri, insanın, özüne ulaşması için geçtiği süreçlere işaret ediyor sanki. Renklerin dans ettiği doğanın süsü… Ben de kanatlarıma, doğanın bütün renklerini çizmek istiyorum.
Yürüyeceğimiz rota, Çubuk-Avcıoba Köyü- Hacılar Şelalesi. Belirlenen rotanın başlangıç noktasına ulaştığımızda, başımızın üstünde masmavi bir gökyüzü, pırıl pırıl bir güneş, tatlı tatlı esen bir rüzgar vardı. Oldukça kalabalık bir gruptuk. İç Anadolu’nun tipik bozkırı önümüzdeydi. Önce bozkır, sonra ağaçlar… Yükseldikten sonra durup, gerideki manzaraya bakan herkesin yüzünde bir gülümseme gördüm. Epeyce yükseldikten sonra, kayaların ağaçların iç içe olduğu bir yerde doğayı dinlemek için durduk. Öyle bir sessizlik oldu ki konuşmaya ürküyorsunuz. Başka bir dünyaya gelmiş gibi. Onca güzelliği yüreğime, beynime ve birkaç fotoğraf karesine sığdırmaya çalıştım. Doğada, kalbim hep ama hep heyecanla çarpıyor.
Biraz daha yürüdükten sonra, panoramik bir manzaranın olduğu yerde yemek molası verdik. Dinlendikten sonra tam kayalık bir araziye girdik. Avcıoba Köyü, tepeden görünüyordu. Köyün görüntüsü, çocukken söylediğimiz bir şarkıyı anımsattı. ‘’ Orda bir köy var uzakta/ O köy bizim köyümüzdür/ Gitmesek de gelmesek de / O köy bizim köyümüzdür…’’ Çok küçük bir köy. Ağaç yok. Tepelerin arasından kıvrılan küçük bir yolu var. Yağlıboya tablo gibi. İçimde ‘’yokluk’’ duygusunu uyandırdı. Kayalık araziden tırmanmaya başladık. O bölgenin en yüksek tepesi, 1807 metre yükseltideki ‘’ Beytaşı Tepesi’’ ne ulaştık. Dokunabildiğim her taşa dokundum. Beni çağıran her kayaya çıktım. Bir ağaca bakmak, bir kayaya dokunmak nasıldır bilir misiniz? İnişe geçtiğimizde ağaçlık bir alana girdik.
Yolumuzun üzerinde muhteşem bir ağaç vardı. Gökyüzüne doğru dallarını birer birer sevgiyle ve umutla uzatmış. O ağacı gördüğümde ürperdim. Bir toprak kayması sonucu kökleri dışarıda, boşlukta kalmış. O da köklerini kayaya dayamış. Kaya ve ağacın dostluğu, birlikte yaşama tutunmayı anlatıyordu bize. Bu rotada esen rüzgar, beni ağaçların, kayaların tepesine bir kelebek misali taşıdı. Ruhumu savuran rüzgar…
Bu kayalık, taşlık, bozkır arazide şelale nasıl olur, diye düşündüm. Sert çıkış ve inişleri olan bir parkur. İnişten sonra biraz düz arazide yürüdük. Grup lideri, şelaleye yaklaştığımızı söyledi. Öyle bir yerden indik ki… Bol dikenli arazi, diken ormanı da diyebiliriz. Dikenler bizi yakalıyor ve damgalıyor iğneleriyle. İnişte epey dik. Kayalar, dikenler, manzara enfes. Su sesini uzaktan duyuyorduk. Sonunda şelaleye ulaştık. Öyle iyi gizlenmiş ki kayaların, ağaçların arasına. Çok büyük değil ama debisi yüksek bir şelale. Suyun başında piknik yapmaya gelenler var. Onlarla da sohbet ettikten sonra, çiçeklerin arasından sekerek dönüş yoluna girdik. Bir alabalık çiftliğinden geçtik. Yolda çoğu kişi, Çubuk turşusu almayı planlamaya başlamıştı. Çubuk’a gelip de ünlü turşusundan almadan olur mu? Grup lideri, toplamda 15 kilometre yürüdüğümüzü söyledi. Böyle güzel ve sürprizli rotayı hazırlayan Eyvallah Anadolu grubuna teşekkürler.
Araçlarımıza binerken, şimdiye kadar görmediğim büyüklükte ve renklerle bezenmiş bir kelebek gördüm. Fotoğrafını çekmek için peşinden koştum. Yakalayamadım. Sanki bir günlük ömrü bitmişti. Son bir kez etrafına baktı, narin kanat çırpışlarıyla, bir anda ağaçların arasından görünen batan güneşe daldı.
Yeni rotalarda birlikte kanat çırpmak üzere….
DEMET GÜNGÖR