Eduardo Galeano, karısı Helena’nın Rüyaları’nı yazmış. Ben de rüyalarımı yazıyorum aslında. Herkesten farklı olarak, uyanıkken görüyorum rüyalarımı. Ağaçları kucaklarken, dağa-tepeye tırmanırken, kayalara-kadim taşlara dokunurken görüyorum en güzel düşlerimi…
Frig vadisindeki yürüyüşümüze, Bayramaliler Köyü’ndeki yemek molamızdan sonra devam ettik. Bayramaliler Köyü ile Üçlerkayası arası yaklaşık 6 kilometreydi. Frigya Kralı yılda iki defa Üçlerkayası’na geliyormuş. İlki Kapıkaya Açık Hava Tapınağı’na. Orada bir ayin düzenlenerek baharı karşılıyorlarmış. İkinci gelişi de hasat mevsimindeymiş. Tepede bir şarap deposu var. Üzümleri yamaca koyuyorlarmış, kadınlar üzümleri ayaklarıyla çiğniyormuş. Üzüm suları oluklar aracılığıyla depoya doluyormuş. Deponun altında mahzenler var. Mahzenler, şu anda insanların evlerinin sınırları içinde kaldığı için göremedik. Fıçılara konulan üzüm suları bu mahzenlerde bir yıl bekletiliyormuş. Hasat mevsiminde, Frig Kralı ve Kraliçesi bu tepeye geldiğinde, birer kadeh şarap ikram ediliyormuş. Frig Kralı, kayalara oyulmuş tahtından kalkıp tepenin uç noktasına gelerek, elinde kadehi ile halkını selamlıyormuş. Böylece hasat mevsimi şenlikleri başlıyormuş. Kral ve Kraliçe’nin oturduğu yerin sol tarafında da rafları olan bir sunak görülüyor.
Üçlerkayası’nın ilk ismi Lıga’ymış. Lıga; koruyan, himaye eden anlamına geliyormuş. Diğer adı da Liyen’miş. Liyen, Fransızca ve İngilizcede aslan anlamına gelen Lion’dan geliyor. Kayalardaki aslan kabartmalarından dolayı Lion denilmiş. Bölgede ise Liyen olarak telaffuz edilmiş. 1959 yılından önce doğanların , doğum yeri Liyen olarak geçiyormuş. 1959 yılında İhsaniye ilçe olmuş ve köy Üçlerkayası adını almış. Kralın halkı selamladığı yerin karşısındaki kaya kütlesinin olduğu yerde üç mezar olduğunu görürsünüz. Bu üç mezarın her biri farklı yönlere bakıyor. Bu da her yöne hakimiyeti simgeliyormuş. İşte köyün adının hikayesi de böyleymiş.
Sıra Mitolojik Zindan’a gelmişti. Tepeden inip biraz yürüdük. Frigler, savaş esirlerini burada tutuyorlarmış. Ayaklarından zincirlenmiş esirlerin, zincirlerinin bir ucu duvara sabitleniyormuş. İzleri duruyor… Zindanın tepesinin tam ortasında bir delik var. Hava deliği gibi… Buradan esirlere yiyecek atıyorlarmış. Güçlü olan esir yiyeceği alıyor, güçsüz olan da ölüme terkediliyormuş. Frigyalıların yaşam yeri olan mağara evlere girdik yeniden. Aydınlatma pencereleri de var. Hayvanlarıyla birlikte yaşıyorlarmış. Yerde çukurlar vardı. Birini ısınmak için ateş çukuru olarak, diğerini de su çukuru olarak kullanıyorlarmış. Mağaraların üst kısımlarında el ile yapılmış su olukları var. Yağan yağmur ve kar sularını yerleşim yerine indirmek için kullanılıyormuş. Friglerin efsanevi kralları Midas ve Gordios’tu. Daha sonra unvan olarak veliahtlarına Midas, krallarına da Gordios demişler.
Friglerin yaşam alanlarını gezerken aklıma, İlkçağ Anadolusu’nun sayısız söylencelerinden biri geldi. Marsyas’ın öyküsü… Eski Yunan ve Roma’nın resim ve heykel sanatına da konu olmuş. Marsyas kimilerine göre bir satry (satir), kimilerine göre de bir köylüdür. Her iki durumda da Frigyalı olduğu kabul edilir. ‘’ Marsyas, Frigya ormanlarında yaşayan bir kaval kaşifiymiş. Ana tanrıça Kybele’nin danslı-müzikli törenlerine katılırmış. Bir gün tanrıça Athena, kaval çalarken yüzünün çirkinleştiğini görmüş. Kavalı eline alacak olanı lanetleyip, kavalı fırlatıp atmış. Marsyas, onu bulup çalmaya başlamış. Lyre (Lir- bir çeşit arp) ustası tanrı Apollon’a bir müzik yarışmasında meydan okumuş. Apollon ile yarışamamış ve küstahlığının bedelini de hayatta iken derisi yüzülerek ödemiş. Bu arada hikayeye Frigya kralı Midas’ında adı karışıyor. Bu müzik yarışmasını izleyen kral, kavalın sesini tercih etmiş. Apollon buna çok öfkelenmiş ve Kral Midas’ın kulaklarını eşek kulağına çevirmiş.’’ Mitoloji ile tarihin iç içe geçtiği bir atmosfer.
Buradan Döğer kasabasına doğru yürüdük. Aslankaya, İhsaniye-Döğer-Üçlerkayası arasında. Döğer kasabasına 4 kilometre uzaklıkta. Üçgen çatısı olan yüksek bir kaya. Çatının üst kısmında iki yılan kafası var. İnsan başlı,aslan gövdeli (sfenks) iki kabartma var. Yılanlar anıtı çepeçevre sarmış durumda. Yan tarafta şaha kalkmış devasa bir aslan görülüyor. Sol tarafta bir sunak var. Oraya kilden yaptıkları Matar-Kybele kültünü koyuyorlarmış. M.Ö. 7 yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Sağdaki yükseltinin etrafını dolaşarak Antik Yol’da yürüdük. Antik Yol’da yürürken ,hayal gücümün de yardımıyla , çok keyif aldım. Frigyalılar, arkamızdan gelerek bizi vadiden uğurladılar.
Yürüyüş bittiğinde araçlara bindik ve İhsaniye Belediye Başkanı’nın bizim için hazırlattığı yemeğe gittik. Belediye Başkanı çok nazik ve içten bir insandı. Rehberimizin verdiği bilgiler, bu gezinin anlamlı olmasını sağladı. İşinin ehli bir rehberle bölgeyi gezmek bir şanstı. Yemekten sonra araçlara binip dönüş yoluna düştüğümüzde, içimi bir hüzün kapladı. Gerçek ile düş, ayrı dünyalar arasındaydı. Ayrı dünyaları birbirine yakınlaştırmak için düşüşlerle karşılaşmak gerekir. Düşmekten korkarsak, düşüşü göze alamazsak ayrı dünyalara nasıl ulaşabiliriz?
Benden bir parça Frig Vadisi’nde kaldı. Büyülü bir ülkeden ayrılır gibi ayrıldım oradan. Kanatlarım erimeden uçabildiğim kadar uçmak üzere…
DEMET GÜNGÖR
Uzun yolculukla kısa bir güne neler sığdırmışız ..
Teşekkürler Demet hnm. gezinin bütün ayrıntıları yazıda yerini almış…
Emeğinize kaleminize sağlık .. Tebrikler ..
Demet hanım ben frıg vadsı tutkunu olarak yazınızı heyecanla okudum cok guzel olmus kalemınıze yureğinize saglık