- Eylül Hazanla Geldi… - 18 Ekim 2022
- İZMİR’ DE BİR ŞİİR AKŞAMI… - 12 Ekim 2022
- Ah Şu Dil Yanlışları… - 30 Ağustos 2022
1978, Yenimahalle’de bir okulda öğretmenlik yaptığım yıllardı. Okul beşinci Cadde’ de idi. O yıllarda Yenimahalle iki katlı bahçeli evlerin olduğu şirin bir semtti. Başkentin birçok semti gibi o da 1940’ların ulus devlet yaratma heyecanı ile planlaması yapılmış semtlerden biriydi. Henüz siteler, gökdelenler, plazalar yoktu, bu yüzden semtte herkesin kolay eriştiği pastaneler, sinema, park, fırın, eczane, çocukların servissiz gidebileceği okullar yerli yerindeydi.
“İcad Edilmiş Şehir: Ankara” kitabı içinde bir makalede Şükran Yiğit te benzer gözlemleri aktarıyor: Yenimahalle’ yi “ (…) insanların kentten kaçmak için değil bizzat orada ve birlikte yaşamak üzere geldikleri yer” olarak tarif ediyor ve ekliyor, “ … çünkü o aslında hem bir şehre, bir başkente aitti, hem de değildi.” [1]
Sonra ben başka şehirlere gittim, benim güzel Yenimahalle’ m orada kaldı. 1981’ den sonra görmedim.
TANPINAR’IN ANKARA’ SI
Bizim şehirlerimizde ne yazık ki ikili yapıların yan yana hayat bulduğunu biliyoruz:
Bir yanda gayet iyi planlanmış konutların yer aldığı semtler, diğer yanda ise gecekondular…
Yenimahalle, anladığım, planlama şansını yakalamış semtlerden, o yüzden Yiğit anılarında burayı Ankara’ nın diğer semtlerinden ayrı tutuyor.
O tarihte gökdelenlerin, plazaların, site tarzı evlerin yokluğunu semtin şansı olarak görüyor.
Keza Yenimahalle’ nin kırdan kente göç olgusundan da etkilenmediğini bu anlatıdan çıkarabiliyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1940’ lardaki Beş Şehir’ de anlattığı Ankara’ sı ise, henüz bu kavramaların dışında.
Dolayısıyla Tanpınar şehre başka bir açıdan bakıyor; Kurtuluş Savaşı’ ndan çıkmış, uluslaşma çabasını sürdüren bir başkenti anlatıyor bize Beş Şehir’ de.
Milli Mücadelenin kalbinde yer almış, düşman ordularına ait top seslerini Millet Meclisi’ de duyacak kadar bu savaşı iliklerinde yaşamış, ‘muharip’ bir şehrin simgesi olan Ankara Kalesi Tanpınar’ın anlatısında deyim yerindeyse başköşeye oturmuş.
Çünkü Ankara Kalesi şehrin kalbi, O, en tepede, diğer semtler onun gölgesinde ya da eteklerindedir; Çankaya sırtları, Etlik, Keçiören bağları, hemen yamacında olan Hergele Meydanı, Cebeci, Saman pazarı, Ulus…
Bu semtler, Ankara Kalesi’ ne sırtına dayamış, ya da bu bütün ilhamlarını oradan alıyor..
Hatta Ankara Kalesi, Tanpınar imgeleminde Dumlupınar ve Anafartalar kahramanı Atatürk’ ün, ağzında sigara ile tırmandığı, bütün okul kitaplarında olan o bildiğimiz fotoğraftaki tepelerden biri gibidir. Adeta şehrin en kutsal mabedidir.
Bu mabedin, yani Kale’ nin hemen alt yamacında Ankara’ nın çok katmanlı tarihsel geçmişinin simgesi Roma İmparatoru Augustus tapınağı ile erenlerden Hacı Bektaşı Veli Camisi yer alır.
Ankara’ nın tarihi geçmişinden kaynaklanan iki ayrı medeniyetin simgesidir bunlar.
Ne güzel ki, ilk bakışta “zıtlar mecmuası” ı gibi görülen bu olay Tanpınar nezdinde Ankara’ nın “bir terkipler şehri “ olarak görülmesine yol açar, bir zenginlik olarak kayda geçirilir.
Ankara’ nın tarihsel geçmişinde Etiler, Firikyalılar, Lidyalılar, Roma ve Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar yer alır.
Bu yüzden bu müktesebat, şimdi Cumhuriyet Türkiye’ sin başkenti olan Ankara’ nın şehir kimliğinin içine sinmiş olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
Bu duruma Tanpınar;
“ Kale’ de ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk Velilerinin mezar taşları, Roma ve Bizans yapılarından sökülmüş taşlardır ve yüzyılların medeniyet dostluğu olsa gerek sarmaş dolaş yatarlar.” [2] diyerek bir durum saptaması yapar.
Üstelik bu durumdan kimsenin rahatsız olmadığının altını da çizer.
Tanpınar, Beş Şehir’ de Ankara Kalesi’ nden Ankara’ nın semtlerine geçmeye fırsat bulamaz, ya da geçmez.
O, şehrin dışardan görünen algısı üzerinden yeniden bir kimlik inşa eder adeta.
tarihsel geçmişin bıraktığı tortuları irdeler…
Köyden kente göç, düzenli şehirleşme ile ilgili konular bu irdelemenin dışındadır.
1940’ lı n başı olduğunu göre şehircilik yazınında bu gün tartışılan kavramların dolaşıma girmediğini de hesaba katmamız gerekiyor.
Tanpınar, savaştan çıkmış, yeni bir başkent olma iradesini ortaya koyan Ankara’ nın imar yönünden gelişimine vurgu yapar, yeni yapılan kamu binalarındaki mimari ekollerini dile getirir ama esas Ankara, O’ nun gözünde Yakup Kadri’ nin “Ankara” romanındaki yorgun düşmüş, ekonomik yetersizlikler içinde kıvranan bir yaralı Ankara’ dır.
ALBERTO MANGUEL’İN ANKARA’SI…
Bir diplomat Alberto Manguel, Tanpınar’ ın Beş Şehri’ nin arkasına düşüp, o şehirleri anlatmak isteyen bir diplomat, ama aynı zamanda bir yazar.
“Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir “ kitabında Tanpınar’ ın anlattığı şehirleri o da kendi göz hizasından görmeye çalışıyor.[3]
Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir / Alberto Manguel
Manguel, dışardan bakan bir göz olarak Ankara’ yı ‘ketum’ bulanlardan.
Ankara’ nın kimliğine sinmiş olan bürokratik hiyerarşinin onu diğer şehirlerden ayırdığını söylüyor. Bön, kendisine ulaşılmasını bekleyen; tipik bürokrat davranışıdır, dışardan Ankara’ nın görünüşü.
Eğer ona ulaşmak, bir talepte bulunmak isterseniz sizden bunu ısrarla yapmanızı ister bu şehir.
Onun size karşılık vermesi beklenmez!
Manguel, açık şehirlerde, İstanbul ve Venedik gibi olanlarda, sizin verdiğinizi şehir de size verir,karşılıklı eşit ilişki vardır diye belirtiyor.
Ankara ise başta da belirttik ‘ ketum’ dur, sizin ona gitmenizi ister.
Büyük devlet binaları, prosedürler peşinde koşan kravatlı insanlar, mesai bitiminde birden sokakları dolduran memurlar şehrin ana görüntüsünü oluşturur.
Can Yücel’ in, “Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik/ Başımızda prensip sahibi bir Başçavuş/ Niğde üzerinden Adana cezaevine gidiyoruz.” dizelerinde anlattığı havada uçuşan anlamsız prensipler sokaklarda, binalarda, yollarda, uğradığınız devlet dairelerinde kendisini size hissettirir.
Her köşe başında kongre yapan partiler, kurumlar, politikanın soğuk söylemi…
Bu yüzden midir?
“Ankara’ nın en güzel yanı oradan dönüştür.” cümlesi hepimizin diline pelesenk olmuştur.
Bütün bunların yanında hayatın olağan akışında ‘ikili yapının’ varlığını Manguel de tıpkı Tanpınar gibi görür, sosyal hayatın birçok alanı ikiye bölünmüş gibidir; birinin Cuma Namazı’ na gittiği saatte bir diğerin klasik müzik dinlediği bir yaşam başattır Ankara’ da.
Bu ikili durumun mimaride, modada ve birçok alanda görüldüğünü örnek olarak verir.
Ama gene de Tanpınar’ ın üzerinde durduğu çok katmanlı tarihin bıraktığı izden mülhem olması gereken hoşgörünün, öteki diye isimlendiren kesimlere çok da itibar edilmediğinin de altını çizer.
Manguel, buna örnek hükümet politikalarını ve uğradığı birkaç kahvede konuşulanlarda gördüğünü belirtir.
Ankara’ yı, “ (…) birbirine rengarenk ipliklerin karmaşık sonsuzluğu ile bağlanmış olan bir çağlar ve tarzlar düğümü” demesi bu nedenle olsa gerektir.
Kale’ nin altındaki mahallede modernist Ankara’ nın bir başka yüzü onun anlatısına tıpkı Tanpınar’ da olduğu gibi konu olur:
Eski- püskü evler, çatılardan bazılarına kuruması için asılan halılar, kurumaya bırakılmış kırmızı biber demetleri, daracık dükkânlarda bakırdan yapılan süs eşyaları, kap kacak…
Gelinlik satan dükkânlar, Kale’ ye yakın Atpazarı’ ndaki çok sayıda kahvehane, buralarda okey ve diğer kağıt oyunlarını oynayan orta yaşlı insan…
Görülen manzara bir Çin Mahallesi, ya da her hangi bir Ortadoğu şehrindeki ara sokak manzarası gibidir…
Buna mukabil şehrin modern yüzünün Ulus’ ta ya da Kızılay’ da görülebileceğini ekliyor Manguel.
Evet, iki usta Ankara’ ya böyle bakıyor, biz bunu özetlemeye çalıştık.
Meraklısı alıp okusun!..
En doğrusu bu…
Benim merakım ise, 1980’ lerin başında bıraktığım bahçeli iki katlı şirin evlerin olduğu Yenimahalle’ nin durumudur.
Ancak Ankara üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki…
SALİM ÇETİN
[1] Derleyen: Funda Şenol Cantek, İcad Edilmiş Şehir Ankara, İletişim Yayınları, 2017 İstanbul ( shf.241. orada bir sokak vardır uzakta…/ Bir zamanlar Yenimahalle’ deŞükran Yiğit)
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Milli Eğitim yayınları, 1960 Ankara, shf.8
[3] Alberto Manguel, Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir, Çeviri: Sevin Okay, Kutlukhan Kutlu, Yapı Kredi Yayınları, 2016, İstanbul