Aslında biz karşımızdakini severken kendimizi severiz. Karşımızdaki “biz”i severiz. Ona âşık olan, onun için olmadık şeyleri göze alan “biz”i… Ben öyle düşünüyorum. Siz farklı düşünün. Farklı ne düşünüyorsanız yazın. Kendinizi yazarak ifade edin; en sağlıklısı bu: Kendini, düşüncelerini yazarak ifade etmek. Ucundan kıyısından bulaştığım için söyleyebilirim: Sözgelimi, insan eşyayı resim yaparken daha iyi tanıyor. Daha başka bir gözle bakıyor resmini yapmayı düşündüğü “şey”e. Bunun gibi, yazarken de sözcüklerle ilişkinizde -herkeste olmasa da!- belirgin bir gelişme oluyor. Sözcükleri kastederken aslında beyninizi göstermek istediğimi tabii ki anlamışsınız. Çünkü gelişmiş bir beynin sözcük dağarı daha zengin olur; bunu bilmeyecek ne var!
Şu sıra nedendir bilmem, biraz da aşklardan, aşkların seyrinden filan söz etmek istiyorum. Kendimi buna az buçuk ‘yetkili ve de etkili’ görüyorum. Yo yo, yaşımdan, yaşadıklarımdan dolayı değil, tamamen entelektüel bir talep benimkisi. Acaba, diyorum, karşımızdakini severken acaba ve esasen kendimizi mi seviyoruz biz? Yani dönüp tıpkı bir bumerang gibi bize mi dönüyor sevgimiz, hayranlığımız… Kendimizin dışında birini sevmenin bedenimizde yarattığı o kalp çarpıntılarının, o hormon salgılarının tutsağı mı oluyoruz? Öyle ya, sonuçta insan da doğanın bir parçası. Doğada ne varsa insanda da var. Belki de Montaigne “Her insanda insanlığın bütün halleri var” derken bunu kastediyordur, olamaz mı?
Aşkların seyri derken… Aslında seyrin bütün aşamaları aşkta olduğu gibi diğer bütün insan ilişkilerinde de var. Yani arkadaşlıklarda, dostluklarda da… Başlarsınız, sonra her şey hızla gelişip tarafları kör eder, bir süre sonra inişe geçer ve biter. Var mıdır bitmeyen? Ben hiç tanık olmadım. Hangi aşk ilişkisinin girdabına girmişsem “Başlayan her şey biter” ilkesine olan kesin inancım yüzünden çıkmasını da bildim. Tabii yaralı bereli olarak ama karıştırmayın şimdi o tarafı. Fakat bu yalnız aşk ilişkisi için değil ki, bütün ilişkiler için geçerli. Ah tabii tabii, bütün zamanları aşan dostluklar yok mudur, diye soracak olursanız; vardır derim ve buna inanırım. Benim öyle bütün zamanları aşıp gelen dostluklarım (ve tabii dostlarım) var ve onlarla gurur duyarım.
İnsan başkalarında da kendini iyi tanıyor galiba. Örneğin ben, çok sert ve baskın bir babanın oğluyum. Sanırım bütün huyları bana da geçmiş. O yüzden hayata ait birçok konuda -maalesef- çok köşeliyim, sertim. İnsana en yakın, yine kendisidir, der bilgeler, o yüzden tıpkı Montaigne’in dediği gibi, insana kendinden söz etmeyi yasak etmek, burnunu silecek yerde burnunu koparmak olur. Bence şu toz duman içinde gözlerimizi kendimize çevirip eleştirmemizde fayda var. Buna yaşadığımız insan ilişkileri de dâhil. Başarmanın sanırım bir anahtarı da yazmak. Kendimizi yazarak ifade etmek. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz, aldığımız dersleri, nerelerde tökezlediğimizi ve yıldızımızın nerelerde parladığını hatırlayarak… Hayır hayır, geç değil, tam zamanı!