imgelem ANI ŞERAFETTİN ATALAY’LA YENİŞEHİR’DE BİR ÖĞLE VAKTİ…

ŞERAFETTİN ATALAY’LA YENİŞEHİR’DE BİR ÖĞLE VAKTİ…

Yıllar ne çabuk geçiyor! Tam yarım yüzyıl geçmiş aradan. Ama bana daha dün gibi geliyor. Kızılay’da Amerikan Haberler Merkezi’nin önünde “Fruko”ları (dönemin Toplum Polisleri) peşimizden koşturduğumuz günleri anımsıyorum! Bir keresinde Atatürk Bulvarı’nda bayağı kovalamışlardı bizi. Şerafettin Atalay’la çok eğlenmiştik o gün! Daha sonra, Acının Külrengi adlı kitabımdaki bir şiire de girmişti o kovalamaca.

Amasya’da partiyi var eden, yaşamını örgüte adamış yürekli, özverili bir yoldaşımızdı Şerafettin. Onun

TİP Amasya İl Başkanı olduğu dönemde ben de Trabzon İl Başkanı’ydım. Çok severdik birbirimizi. Kardeş gibiydik. Belki de Anadolu’da benzer koşullarda sosyalizm kavgasını yürütmenin güçlükleri böylesine yakınlaştırıp kaynaştırmıştı bizi. Parti toplantıları için Ankara’ya gittiğimizde birbirimizden hiç ayrılmazdık. Hem “rüzgâra karşı” yürüyen iki Karadenizli sosyalistin dayanışması vardı aramızda, hem sınıf kardeşliği…

1960’LARDA AMASYA

Amasya, 1965 seçimlerinde TİP’in ülke ortalamasının üstünde oy aldığı illerden biriydi. Bu başarıda Şerafettin Atalay’ın ve Taşovalı Naci Eren’in (İmam Naci) büyük payı vardı.

Karadeniz’in orta bölgesinde küçük bir ildi Amasya. Ama 1960 sonrasında Anadolu kentlerinde gözlenen toplumsal-siyasal devinim, orada da güçlü biçimde duyurmaya başlamıştı varlığını. Köylü direnişleri, ABD karşıtı haşhaş mitingleri, devrimci gençliğin yığınsal çıkışları, epeyi yankı bulmuştu ülkede. 1969 Şubat’ında ODTÜ’de Kommer’in otomobilini yakan gençlerin bir bölümü Amasya’da barınmış ve elbette bu süreçte TİP üyelerinden büyük destek görmüşlerdi. Doğaldır ki gerici güçler, TİP’in Amasya’daki yükselişinden çok rahatsızdı. Bir biçimde bunun önünü kesmeleri gerekiyordu. Şerafettin Atalay, art arda tehdit içerikli uyarılar almaya başlamıştı. Sonra ona karşı eylemli saldırılara geçildi. Birkaç suikast girişiminden kıl payı kurtuldu. Ne yazık ki 1971’deki son saldırı ölümle sonuçlandı…

Şerafettin Atalay’ı en iyi tanıyanlardan biri de TİP’in unutulmaz Genel Sekreteri Nihat Sargın’dı. 2010 yitirdiğimiz Dr. Sargın, TİP’li Yıllar (Felis Yayınevi, 2001) adlı iki ciltlik kitabında Şerafettin’in yaşamöyküsünü ve sosyalizme yönelişini anlatırken şöyle diyordu:

Şerafettin okuyor; ilk, orta, lise…Ve muhasebeci oluyor. Gerçekten yetişmiş, büyümüştür artık, zaten öyle olması da gerektir, evin altı canının yaş sırasında baba ve anneden sonra üçüncüdür. Diğer hepsi ondan küçük, onların yetişmesiyle o da baba kadar, belki daha da fazla ilgili. Eski Halkevi 1952’den bu yana kapatılmış olsa da gene bir halkevi var, öğretmen lokali var. Lokalin kütüphanesi var. Gelen ‘Varlık’ dergileri var, Varlık Yayınları var. Hepsinden önemlisi, köy enstitüsü kökenli bir öğretmen ağabeyleri var. Şerafettin de birçoğumuzun geçtiği yollardan geçer. Edebiyata merak, Caldwell, Hemingway, Steinbeck, arkasından Zola, Gorki ve bizimkiler, dört Kemal‘ler, elden ele Nâzım Hikmet… Ve diğerleri. Şerafettin liseyi bitirmiştir; işini kurmuştur ve sol’dadır. Kendini sol, solcu saymaktadır.”

KURŞUN YAĞMURUNA TUTULDU

27 Ocak 1971 günü, evinin önünde ölü bulundu Şerafettin Atalay. Cinayeti kim işlemişti? Şerafettin nasıl öldürülmüştü? Bu konuda çeşitli söylentiler vardı. Kimileri, faşist katillerin Şerafettin’i kaçırıp öldürdükten sonra cesedini evinin önüne bıraktıklarını öne sürüyordu. Böylece Amasya’daki tüm devrimcilere gözdağı verilmek istenmişti. Kimileri de onun, evinden çıktığı sırada pusuya düşürülerek öldürüldüğünü söylüyordu. İşin gerçeği elli yıl sonra bile tam olarak aydınlanamadı. Bu konudaki çelişkili bilgileri, Şerafettin’in kardeşi Mustafa Atalay’a da sormuştum. Yanıtı şu olmuştu: “O günlerde ne konuşulduysa bilgi aynı. Araştırmalarımızda bazı şüphelerimizi netleştiremedik. Ağabeyimin bulunduğu yer, siper almaya, daha doğrusu korunmaya uygun bir yerdi. Orada da vurulmuş olabilir. Polis ve savcılık, ilgilendiklerini gösterdiler ama hiçbir şey yapmadılar. Savcının adı Umur Tamur. Sonradan Adalet Bakanlığı’nda üst görevlerde bulundu. Doğan Öz’ün cenazesinde konuşma yapan kişi. Daha sonraki yıllarda, yanlış anımsamıyorsam, Alparslan Türkeş’in eşi ve çocuklarının miras anlaşmazlığı davasında, çocuklarının avukatı olarak savunmanlık görevi yaptı.”

Olayın niteliği henüz netleşmese de kesin olan gerçek, TİP İl Başkanı’nın o gün siyasal bir cinayete kurban gittiğiydi… Sözü burada yeniden Nihat Sargın’a bırakalım:

“Kongreden (TİP’in 1970’teki 4. Büyük Kongresi – A.A.) sonra çok zaman geçmemişti, iki ay kadar ancak. Bir haber erişti Merkez’e. Atalay‘a bir suikast düzenlenmiş, kıl payı kurtulmuştu. Lokantada pencere kenarındaki masada arkadaşlarıyla yemek yerken dışardan bir bomba fırlatılmış, nasılsa pencerenin pervazına çarpan bomba binada hasara yol açarken Atalay ve arkadaşları ucu ucuna kurtulmuşlardı. Araştırma, kovuşturma mı dediniz; ne demek, hele böyle fiili bir sonucu olmayınca… Bombayı atan da attıran da attığı ile, attırdığı ile kaldılar. Birkaç yıl daha geçti. 12 Mart’ın arifesi. At izinin it izine karıştığı sıralar. Devamlı tehdit alıyordu Şerafettin. Resmî makamlara başvurdu. Ant’ın yazdığına göre, cinayetten önce ‘artık sıra sende’ diye bir kartvizit bile bırakılmış evine. Sonuç hiç. Bir kış gecesi, tam tarihiyle 27 Ocak 1971. Evinin önünde pusu kurulmuş. Şerafettin her zamanki gibi Parti’ye gitmek üzere dışarı çıktığı sırada evin karşısındaki küçük tepecikten kurşun yağmuru başlıyor. Arkadaşımızı oracıkta yitirdik.”

FAŞİZME KARŞI SESSİZ BİR PROTESTOYDU CENAZE TÖRENİ

Şerafettin Atalay’ın cenazesi çok gergin bir ortamda toprağa verildi. Ülkede faşist saldırıların ve siyasal cinayetlerin kol gezdiği günlerdi. Arkadaşları ve yoldaşları olarak Şerafettin’i son yolculuğunda yalnız bırakmamak için Ankara’dan bir otobüsle yola çıkmıştık. Amasya’ya ulaştığımızda, kentte ölüm sessizliği vardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Halk sindirilmişti. Arkadaşlar bu derin sessizlikten çok tedirgin olmuştu. Gericilerin cenazede olay çıkarmasından kaygı duyuluyordu. Küçük bir kıvılcım, toplumsal patlamaya ve yeni ölümlere yol açabilirdi. O yüzden, tören sırasında olabildiğince yatıştırıcı olmaya çalıştı partililer. Gençlerden, kışkırtıcı davranışlardan kesinlikle kaçınmalarını istediler. Caminin çevresi güvenlik güçlerince kuşatılmıştı. Ancak onlara güvenmiyorduk. Partili kardeşlerimiz, bir provokasyona meydan vermemek için çok çaba gösterdiler. Slogan atılmaması, marş söylenmemesi istendi cenazeye katılanlardan. Şerafettin’in tabutu, sessiz bir biçimde omuzlarda taşınarak gömütlüğe götürüldü. Türkiye İşçi Partisi üyeleri, yurdun her yanından gelerek Şerafettin Atalay’a son görevlerini yerine getirdiler. Cenaze töreni, faşizme karşı öfkemizi ve mücadele kararlılığımızı dile getirdiğimiz sessiz bir gövde gösterisine dönüştü…

Şerafettin öldürüldüğünde, kardeşleri Mustafa ve Abdurrahman henüz çok gençtiler. Bayrağı sonra onlar devraldı. O gün bugündür kesintisiz sürüyor yol arkadaşlığımız… Atalay kardeşler, bana sevgili yoldaşım Şerafettin’in yadigârıdır. O yüzden üzerlerine titrerim. Onlarda hep Şerafettin’i görür, Şerafetin’i yaşarım…

Sanıyorum bu yazıyı, girişte sözünü ettiğim şiirimle noktalamanın zamanıdır artık…

YENİŞEHİR’DE BİR ÖĞLE VAKTİ

-Sevgi Soysal’ın anısına-

Çınarlar, akasyalar, kestane ağaçları
Dallarına serçeler konardı
Cemreler erken düşerdi
Boşanırdı kırkikindi yağmurları
Atatürk Bulvarı aşk kokardı.

Ne hoştu akşam çıkışları
Ağır bir ırmak gibi akardı insanlar Bulvar’da
Şimdi telaşlı koşuşturmalar almış
O canlı kalabalıkların yerini
Eski tadı yok
Yürümenin Kızılay’da.

Ne sevgililerin buluştuğu pastaneler kaldı
Ne eski çay bahçeleri, kahveler, sinemalar
Ne “Yankee Go Home!” çığlıkları duyuluyor artık
Ne “Kahrolsun ABD Emperyalizmi!”
Günaşırı kırılmıyor Amerikan Haberler Merkezi’nin camları
Coniler hoşnut yaşamından!
Şerafettin Atalay’la bir öğle vakti
Turlamıştık Sıhhiye-Bakanlıklar arasında
Başımızda kavak yelleri
İçimizde olmadık hınzırlıklar
Koşturmuştuk peşimizden toplum polislerini
“Fruko”larla köşe kapmaca oynamanın keyfini çıkararak
O bizim mangal yürekli İl Başkanı’mızla.

Sonra evinin önünde öldürdüler onu
Amasya’da hain bir pusuda…

Nerde şimdi aşklarımın ve kavgalarımın başkenti
Sokaklarında kol kola yürüdüğüm güzel insanlar?
O gözü kara sosyalist militanlar
Kaloriferci Abbas, Çöpçü Cemal, Fukara Tahir
Ümran Baran, Şükran Deriş, Ayı Atilla…

Ne kaldı geriye “555 K” günlerinden
Islıkla söylenen türkülerden
68’lilerden?

Ne kaldı söyleyin ne kaldı
Havuzlar, fıskıyeler dışında
Zincire vurulmuş Ankara’da?

Başkent taşkent oluyor da
Kimsenin kılı kıpırdamıyor
Kuşatma altındayız sanki
Yayılıyor karanlığın gölgesi.

Görüyorum zaman zaman
O günlerden arta kalan
Ak saçlı delikanlıları
Yorgun bedenleriyle geçiyorlar Bulvar’dan
Yüreklerinde isyan ateşleri.

Diyorum ki iş başa düştü yine
Sevgi’yi de alıp yanımıza
“Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”
Yeniden girelim kol kola
Kırmak için bu zincirleri!

2 thoughts on “ŞERAFETTİN ATALAY’LA YENİŞEHİR’DE BİR ÖĞLE VAKTİ…”

  1. Ankara, Kızılay ve 1980’li yılları yansıtan nefis bir şiir. Her mısrasında bir başka renk var. Şiir yaşadıklarımızı, gerilimlerimizi, gençliğimizi yansıtıyor. Atilla Aşut’u kutluyorum. Ne mutlu duyumsadıklarınız ve onları dile getiriyor olmanız.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir