Bozkırın Kanadı Yırtık Kelebekleri
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Metin Altıok
Renklerini yitirmiş kentte her akşam aynı yoldan aynı yöne gidiyoruz dalgın bakışlarımızla. Bütün insanlar arı kovanına benzer yerlerde yaşıyorlar yüksek binalarda. Çevremize bir koza örmüşüz. İçinde güneş renginde bir kelebek. Kentin tel örgülerinden kaçarken kanadı yırtılan kelebek misali ağır aksak uçacağız doğada.
Yüzyıllardır uyuyan bir peri gözlerini açıyor sonbahar güneşine. Orman kokulu mor yüreğimi götürüyorum Kızılcahamam, Çukurca parkuruna. Rüzgarsız, güneşli, huzurlu bir gün. Sırları dökülmüş aynaya bakmaktan sıkılan Yol Arkadaşları’mla renk cümbüşüne doğru yola çıktık sabahın erken saatlerinde. Kızılcahamam’ın 1396 metre rakımlı Çukurca Köyü’nden başladık yürümeye. Sonbaharın ayak izleri belirginleşmeye başlamış doğada. Köyden uzaklaşıp yükseldikçe görsel şov daha da ilgi çekici hale geliyor. İlk etapta yaptığımız tırmanış ciğerlerimizi açıp kondisyonumuzu arttırıyor. Dallarını terkeden yaprakların hışırtıları, hüznün şarkısını söylüyor.
Ormanda bu mevsimde en çok titrek kavakları seviyorum. Sonbaharda yapraklar dökülmeden önce göz alıcı bir renge bürünüyorlar. Parlak, altın sarısı rengi iğne yapraklı komşularının koyu yeşili yanında daha da çarpıcı görünüyor. Beyaz, düz gövdesi ile en küçük bir rüzgarda bile sallanıyor. O altın sarısı yapraklar gün ışığı ile oynaşmaya başlar, seyretmeye doyamazsınız. Bu yüzden “titrek kavak” adını almıştır. Dayanamayıp kaydediyorum titrek kavakların dansını. Titrek kavak, Türk mitolojisinde kadını temsil eder, dişiliğin ve mutluluğun sembolüdür. Tanrı’nın kutlu ağaçlarından biridir. Latin efsanesine göre ise Herkül, dev Cacus’u öldürdükten sonra zaferini başına titrek kavağı bağlayarak taçlandırmış. Böylece Herkül ölümü yenmiş. Bu efsaneye bağlı olarak Antik İrlanda’da tabut ustaları (ölülerin ruhlarına bunun bir son olmadığını hatırlatmak için) cesetler üzerinde kullandıkları ölçme çubukları bu ağaçtan yapıyorlarmış.
İğneli yaprakları, şifalı kabukları ile kalın gövdeli karaçamların yanından geçiyoruz. Dokunuyorum yüce ağaçların gövdelerine. Dallarını liken kaplamış bazılarının. Karaçam, Türk mitolojisinde erkeği temsil ediyor. Ateşli ağaçtır, her şeye direk ve koruyucu çittir. Altay Türk destanlarında devler “karaçam boylu” olarak betimlenir. Yol Arkadaşım Grubu lideri Aytekin Gültekin her yürüyüşünde “doğayı dinleme” seansı yapar. Ağaçların altına serilip oturduğumuzda tam bir sessizlik anı yaşanır. Gözlerinizi kapattığınızda, yanınızdaki arkadaşınızın kalp atımlarını bile duyabilirsiniz. Sarının ve yeşilin harmanlandığı ağaçların altına oturuyoruz. Ağaçların sevinçleri, acıları, hüzünleri bir senfoni gibi yükseliyor göğe. Dalga dalga büyüyor, güz gömleğini giyen doğa bir yangını tutuşturuyor. Hüzünlü ağaçların senfonisi yaylanın bulutlarına karışıyor.
“Yeryüzünde hiçbir şey kalıcı değil.
Yaşam, iki tahtanın birbirine sürtünmesiyle oluşan
bir an parlayıp tekrar sönen kıvılcıma benzer.
Ama biz nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyiz.”
(Buda)
13 kilometrelik huzur dolu bir yürüyüş sonrası Aksak Köyü’nde bizi semaverde çayımız karşılıyor. 1402’deki Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’i yenen Timur, ordusu ile beraber Kızılcahamam yakınlarında mevzilendiği ve meşhur fillerini Işık Dağı’nın eteklerindeki ormanlarda sakladığı anlatılır bazı kaynaklarda. Savaştan hemen sonra sekiz gün kadar Ankara’da bu köyde kalır. Timur, bir bacağı sakat olduğu için aksayarak yürürmüş. Aksak Köyü, adını Timur’un lakabı olan “Aksak”tan almış, derler.
Dönüşte bir yol lokantasında durup kemik suyu çorbamızı içiyoruz. Teşekkürler Yol Arkadaşım Grubu’na, lideri Aytekin Gültekin’e ve Dilek Gültekin’e… Yüreğimize dolan yaprakların serinliği ile kente dönüyoruz. Bozkırın kanadı yırtık kelebekleriyiz biz…