Ömrümüzden bir kış daha geçip gidiyor. Kaç kış geçirdiğimi düşünürken gökyüzünde akıp giden bulutları seyreder gibiyim. Geçen zamandan bize arta kalan anıları ağırlarken mahir olmalı insan. Yoldayım; uzaklara gitmenin hayali bugünümü şekillendirirken anılarla heybemi dolduruyorum. Gün aydınlandığında Yol Arkadaşım Dağcılık Kulübü ile Kızılcahamam Emeklidede zirvesini yapmak üzere yola koyuluyoruz.
Işık Dağı 2030 metrelik rakımıyla Ankara’nın çatısı olarak bilinir. Ama Işık Dağı’nın güneydoğusundaki Emeklidede tepesi 2079 metredir. Çankırı, Orta ve Kızılcahamam sınırında, Güldürcek barajı ile Semer köyünün kuzeybatısında kalır. 1795 metre rakımdan, Eğerlibaşköy ile Semer köyü arasından yürüyüşe başladık. Yıldırım Beyazıt ile Timur arasındaki o meşhur Ankara Savaşı zamanlarında bölgeye gelen “atları eyerli askerler” Başköy’e ve “atları semerli olanlar” da Semer bölgesine gitmişler. Ancak, isimler bölgedeki “eyercilik” ve “semercilik” zanaatlarıyla da ilgili olabilir. Eğerlibaşköy’ün Değirmenciler, Duraşar ve Sarıçam adında üç mahallesi var. Etrafı ormanlarla kaplı, oldukça engebeli arazi yapısına ve çetin bir kış iklimine sahip bir bölge.
Emeklidede tepesinin doğa yürüyüşçüleri için özel bir anlamı daha var. Dağcı Emre Yatar’ın Ankara’daki bir trafik kazasında 26 yaşındayken hayatını kaybetmesi dağcı camiasında büyük bir üzüntü yaratmış. Bir doğa grubu buraya Emre Yatar zirvesi adını vermiş. Köylüler yaz aylarında yağmur duası için çıktıkları bu tepenin ismini Emre Yatar olarak değil de yine Emeklidede Tepesi olarak anmaya devam ediyorlar. Söylenceye göre, düşmanlar savaşan bir Türk askerinin başını kesmişler. Bunun üzerine başı düşman eline geçmesin diye dere tepe yürüyen Türk askeri, bu tepede kalmaya karar kılmış. Başı burada gövdesi başka yerde gömülüymüş, derler. Köylüler zirveye Ankara taşı ve mermerden bir de mezar yapmışlar.
Bölgeye yoğun bir kar yağmış. Masalsı, gizemli ve performans gerektiren zorlu bir yürüyüş olacak. Karda iz açan öncü grubu takip ediyoruz. Diz boyu karda yükselmek bazı arkadaşları zorlayacak gibi görünüyor. Yükseldikçe dumanlı bir boşluğun içine giriyoruz sanki. Çam ve köknar ağaçlarının arasından çıkışa başladık. Ormandan çıkıp Emeklidede’nin eteklerine ilerlerken bir sis denizinin içine giriyoruz. Sanki zirveye değil de Kayra Han’ın sarayına doğru ilerliyoruz. Türk ve Altay mitolojisindeki Kayra Han’ın sarayını korumakla görevli bekçi tanrı olan Busul Han, içindeki tüm pusu üzerimize üflüyor sanki. Dondurucu bir soğuk ve tipi yüzünden görüş mesafesi neredeyse 10 metreye düştü. Gökyüzünün 17. Katında oturan yaratıcı tanrı Kayra Han kışlarını yeryüzünde geçirirmiş. Busul Han’ın görevi de Kayra Han’ın ve sarayın güvenliğini sağlamakmış. Sis gökleri saklıyor, pus ise yeryüzüne bir kurşun gibi düşüyor. Pus sözcüğü Eski Altaycada buhar anlamına geliyor ve yarı saydam bir görüntüyü belirtirmiş.
Ormana tekrar girip dik bir çıkışa başlıyoruz. Ardımdaki iki arkadaş oldukça zorlanıyor. Zaman hızla akarken, gittikçe yavaşlıyor iki arkadaş. Öncü grubun bizi beklediği yere ulaştığımızda gün dönmeye başlamış, zirve çıkışımız tehlikeye girmişti. Zirveye 150 metre kala grup lideri dönüş kararı alıyor. Kışın karanlık birden çöker. Hele bir de sis ve tipi varsa, kurtlar sofrası kurulur. Sis gümüş rengi bir rüzgârı dolamış parmağına, zaman yok oluyor. Engebeli yerler puslar içinde parlıyor. Dik bir inişten sonra yoğun sisin içine girdik. Bu kez tipi yoğun. Arkada üç kişiyiz, iki arkadaş yine geride kaldı. Öncülerin açtığı izi siliyor esen rüzgâr. Göz gözü görmüyor. Donuk bir beyazlıkta ve dumanlı bir boşlukta asılı kalmış gibiyim. Yaban hayvanlarının ve tipinin sesinden başka bir şey duyulmuyor. Geride kalanlara hızlanmalarını söylesem de nafile. Ağır aksak ilerliyoruz. Grup liderine telsizle durumumuzu bildiriyorum. Bizi bekliyorlar. Rüzgâr yalnızlığımın sesini yutuyor.
Zaman akıp giderken dünyanın tortusu dibe çöküyor. “Yol da yolcu da bir, diyor. Galib /üstat dediyse belki öyledir/iyice kapı kapanır, açılır nice sapak/devler, haramiler, engeller/özürler, özür sebepleri/bencileyin hayalden gidilir” der, Gülten Akın dizelerinde. Bozkırın ortasında bir tepe, beyazlık gözümü alıyor. Sadece yürüyorum, akşam doğuyor sessizliğin ormanında. Sis, kaybolmaya başlıyor. Beyaz tül perdenin ardında yalnız bir ağaç beliriyor. Bir siluet gibi… Parkurun bitişine doğru gökyüzü açılıyor. Uzaklarda bir semaver günün çayını demliyor. Pek çok insan evinden uzaklaşmak istemez, yolculukları sevmez. Kimisi de merak duygusunun kamçısıyla yola çıkar. Sıcacık çayın eşliğinde demlenen muhabbetten sonra ışıktan yapılan kente dönüyoruz.
“Eksik bırakacağım şiirimi! Onu sen tamamla.” (Melih Cevdet Anday)