Sabahın grimsi, ezen havası avuçları içine almış sıkıyor kenti. Adımlarım uykulu, uzaklardan çağıran bahar havasına doğru gidiyorum. Yol Arkadaşım Trekking grubu ile Kızılcahamam Çeştepe yolundayım. Yol arkadaşlığı; aynı yolda yürürken yaşanan sıkıntıları, kırılan kalpleri, hoşgörüyü, destekleri, keşifleri, güveni, saygıyı, dostlukları barındırıyor içinde. Yürürken birbirini ezmeden, birbirine yük olmadan yürüyebilmelisin ki doğanın tadını çıkarabilesin.Yol Arkadaşım Grubu ile yoldaki izlerine bakıp gülümseyebiliyorsun.
“Dostların arasındayız / Güneşin sofrasındayız…” Nazım Hikmet
Çeştepe köyü Ankara’ya 59 kilometre uzaklıkta. İlk kez yürüyeceğim bir parkur. Yağmurun içindeki her günkü dünya bana sesleniyor. Baharın böylesini görmemişsindir, hadi gel diyor. Hazırlıklar tamamlandı. Önde Aytekin Gültekin, tepemizde gözcü kartalımız takipte. Güvendeyiz… Yağmurlar çiçekleri coşturmuş. Ara ara tenis topu şeklinde mantarlara rastlıyoruz. Bunlara yertopu mantarı deniliyormuş. Bazı katılımcılar ya batonları ile eziyorlar ya da koparıp, inceleyip atıyorlar mantarları. Yürüdüğümüz bölgelerdeki ekosistemi bozmamaya dikkat etmeliyiz. Bırakalım yaşasın mantarlar.
İğdir köyüne yakın bir göl kenarında yemek molası verdik. Kurbağaların senfonisi eşliğinde sudaki yansımamıza bakarak dinlendik. Sonra gölgemizi göl kenarındaki taşlara bırakıp yola devam ettik.. Rüzgar estikçe mis gibi kekik kokularını çekiyoruz içimize. Dağ kekiği dağları, sıcağı ve kayalık yerleri severmiş. Çeştepe köyüne yaklaştığımızda, kollarını açmış bir ağacın gölgesinde grup lideri Aytekin Gültekin köyün efsanesini anlattı bize.
Köy adını “Çeş” isimli tepeden alıyormuş. Çeş “tahıl yığını” demekmiş. İnsanların bu bölgeye ilk yerleştiği dönemlerde bu topraklar çok bereketliymiş. Ürünü bol olan bu toprakların insanları da zamanla zenginleşmiş. Köyün en zengin adamının öyle çok buğdayı varmış ki, görenler tepeye benzetirmiş. Bir dervişin yolu bu köye düşmüş, insanların bolluk içinde yaşadığını görmüş. Köyün girişindeki buğday tepesinin ( Çeş) yanında bu adamı görmüş. “Çok açım, Allah rızası için bir avuç buğday ver de aş edeyim” demiş. Köyün zengini dervişin üstüne başına bakmış, sözlerine kulak asmamış. “ Git işine ,sana verecek buğdayım yok.” demiş. Derviş yinelemiş isteğini. “Bak ne kadar çok buğdayın var. Allah daha çok versin. Bana birazını ver de aş edip yiyeyim.” demiş. Adam “Git başkasından iste. Buğday vermem sana. ” demiş. Derviş adamın böyle cimri böylesine malını sever görünce, “Malın tozla toprak olsun!!!” demiş. Adamın mahsulü o anda tozla toprağa; topraktan bir tepeye dönüşmüş. O gün bugündür köyde dilden dile dolaşan hikaye buymuş.
Efsaneyi dinlerken biraz da soluklanmış olduk. Sonrasında Çeştepe’ ye doğru inişe geçtik. Tepeyi inerken esen rüzgar, başka renkte yapraklar gibi kaçıp giden saçlarımı ötelere savurdu. Yürürken Necati Cumalı ‘ nın serçelerini aradım gökyüzünde. “Serçeleri göreceksin önce / Karşılayacaklar seni / Bir öksüz çeşme taşı / Bir ağacın dalında”
Çeştepe’ nin az ilerisinde Yukarı Çeştepe denilen eski bir yerleşim yeri var. Baba Kıbel Türbesi varmış orada. Bizim vaktimiz olmadığı için ziyaret edemedik. Baba Kıbel gelip geçen yolcuların konaklaması ve yemek yemesi için bir kervansaray yaptırmış buraya. Açık bir mezar ve Baba Kıbel’ e ait bir mezar taşı varmış tepede. Ayrıca bölgede Bizans dönemine ait kalıntılar da bulunmuş. Köye varınca içimdeki sevinci bir ağacın dalına asıp bıraktım. 10 kilometrelik inişli çıkışlı rota sonunda, Çeştepe köyünde yorgunluk çayımızı içip dönüş yoluna düştük
.
Zaman denilen ejderha ile milyonlarca insanın nasıl kavga ettiğini düşünüyorum. Dilimde rüyaya kaçan bir gerçek tadı… Şairin dediği gibi dostlar “Dağlarda gölgeniz göklere vursun, / göz göze / yan yana…”