Başkalarını bilmem, onlardan sorumlu da değilim zaten ama kusura bakmazsanız ben, “yazar” olduğunu zanneden, hatta o unvanı kullanarak kart bile bastıran kimi eziklerde Türkçe yazım ve dil yanlışlarını gördükçe fenalaşıyorum. Cahil cesareti bu olsa gerek. Malum a, önünde durulamıyor böylelerinin. Azıcık uyarmaya kalktığınızda tıpkı bir amok koşucusu gibi sizi de ezip geçiyorlar.
Fakat gelin görün ki bu zat-ı muhteremler -bunu nasıl başarıyorlar bilemiyorum!- çevrelerinde taraftar bulmakta hiç mi hiç zorlanmıyorlar. Zaten o taraftarlar da mutlaka kendileri gibi anti-yetenek tiplerden oluşuyor. Birbirlerini pohpohlayarak, arada bir küçük sürtüşmeler olsa bile her şeye karşın yalnız kalmayı göze alamadıkları için alan açıyorlar. Bir bakıyorsunuz, filan belediyenin kültür ve sanat etkinliğinde onlar! Falan STK’nın açtığı edebiyat ödülünün seçici kurulunda onlar! Fuarlarda onlar, şenliklerde onlar, festivallerde onlar… Kırk yıl önce Erzurum’dayken duyduğum bir benzetmeyle söylemek gerekirse, “hangi tezeği kaldırsanız, altından onlar çıkıyor.”
Herkesin birbirine cemaat bağıyla bağlı olduğu ‘edebiyat çeteleri’nin elemanı olmak, herhalde büyük rahatlık veriyor insana. Oooh, ne âlâ memleket, kimse kimseyi eleştirmiyor, kimse kimsenin yanlışlarını düzeltmeye yeltenmiyor, derken “mutlu mesut” yaşayıp gidiyorsunuz. ‘Steril’ ortamınızın keyfini çıkarıyorsunuz ama esas sorun, o ortamdan başınızı uzattığınız zaman başlıyor. O zaman Dünya ve Türk edebiyatının boyutlarını görüyor, boyunuzun ölçüsünü alıyorsunuz.
Vakti zamanında Asım Bezirci (o zamanlar dergilerde daha çok deneme türünde yazılarımla görünüyordum) eleştiri alanının çok boş olduğunu, o alana kaymamın daha doğru olacağını söylemişti. Dikili’de, bir çay bahçesindeydik. Fakat abi, diyecek oldum, sözü ağzımdan kaptı: “Tabii eleştirinin şu yönü de var: Adamı İsa gibi çarmıha gererler. Çarmıha gerilmeyi göze alırsan…”
Eleştiri yazısı yazmadım. Farklı bir disiplin olduğunu düşünüyordum ki yine de öyle! Arada bir küçük dokunuşlar? Evet. Belki de benimkiler birer küçük uyarıydı. Fakat eleştirinin/uyarının, (neyin derseniz deyin,) ilk harfine bile tahammülü olmayan o kadar çok ‘yazar’ var ki… Sizi hemen karşılarına alıp -deyim yerindeyse- örgütleniyorlar. Çete kurmakta pek mahirler. Görmezden, duymazdan, bilmezden gelerek “sükût suikastı”nın altyapısını ışık hızıyla oluşturuyorlar.
Çünkü “beyin konforlarıyla” uzun yıllar yaşamak, kurdukları yalan dünyanın tadını doya doya çıkarmak, karaladıkları her metinle egolarını şişirmek istiyorlar. Tek kaldıklarında bir değerleri olmadıklarını bildikleri için bir gruba yamanıyorlar.
Eleştirdiniz mi yandınız yani. Tıpkı “Dokunanı yakıyorlar!” hesabı.