zaman
sabahları kapı ağızlarına dökülen takvim yaprağı Barış Erdoğan
Başlangıçtan önce hiçbir şey yoktu. Ne toprak vardı ne deniz, yoktu ağaçlar, taşlar, gökyüzü… Sonra uçsuz bucaksız ufuk, zirvelerini güneşin parıldattığı devasa kütleler yükseldi. Yükselen bu taşlar üzerinde kurulan uygarlıkların izlerine dokunmak için Yol Arkadaşım Trekking Grubu ile yola çıktım. Ruhumun serzenişlerinin, kalbimin tatlı heyecanının, hayal gücümün coşkusunun peşindeyim bu kez. Kavimler göçü sırasında Ege göçleri ile Anadolu’ya gelen Trak kabilesinin boylarından olan Friglerin topraklarına yolculuk yapıyoruz. Yerel rehberimiz Tanju Tetik ile birlikte gizemini hala koruyan, efsaneleri bol olan bir uygarlığın izlerini sürüyoruz. 3 rotadan oluşan 506 km lik Frig yolunun 1. rotasındayız. Doğa ilkbahar giysisini giyerken, 8., 12. ve 13. parkurlarda yürüyerek Kybele’yi anacağız. Matar Kubile (Büyük Ana) denilen Kubile ya da Kybele’dir. Kybele doğanın, bolluğun, tarımın ve genç kızların tanrıçasıydı.
“Ben bana söyleneni anlatmakla mükellefim, onlara inanmakla değil” diyor, Heredot [Kitap 7.153-2]. Yunan tarihçisi Heredot’un anlattığı bir anekdotta, Firavun Psammetikus dünyanın en eski uygarlığını ve dilini merak etmiş. Bunun üzerine iki bebeği bir çobana vermiş ve insanlardan uzak izole bir yaşam tembih etmiş. Çocuklar büyüdüğünde ağızlarından çıkan ilk sözcük firavuna bildirilecekmiş. Çoban bir gün çocuklardan birinin “Bekos” diye bağırdığını duyar firavuna bildirir. Firavun araştırmaları sonucunda bunun Frigce’de “ekmek” anlamına geldiğini öğrenir. Friglerin dünyadaki en eski millet ve dilleri Frigce’nin de insanların orijinal dili olduğuna kanaat getirir. Ama Heredot dışında bu hikayeyi doğrulayan bir kaynak yok.
Gelincik, haşhaş ve hardal tarlaları arasında Frigya’yı keşfetmeye, mitolojinin bir parçası olmaya ve 3000 yıl öncesinin izlerini sürmeye giderken Afyonkarahisar’ın İhsaniye ilçesinin Gazlıgöl beldesinden geçiyoruz. Bu arada rehberimiz Tanju Bey’de mitolojik hikayeler heybesinden bir hikaye çıkardı. Frigya kralının kızı bir gün hastalanmış ve vücudunda yaralar çıkmış,akli dengesini kaybetmiş. Midas’ın kızı kendini bilmez halde yollara düşmüş. Tabii askerlerde kızı korumak için takipte. Kız, Gazlıgöl bölgesine geldiğinde yorgunluktan bitap düşüyor. İçinden buharlar çıkan bir su birikintisi görüyor. Biraz su içip yıkanıyor ve suyun başında uyuyakalıyor. Sabah uyandığında kızın iyileştiğini görülüyor. Askerler kralın kızını alarak Midas’a götürüyor. Anlatılanları duyunca Midas şifalı sulardan yararlanmak için bu bölgede bir yunak inşa ediyor, diye anlatılırmış.
Ayazini’nde …
M.Ö. 3000’den başlayarak beşbin yıllık bir tarihi olan ve Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hüküm sürdükleri Afyonkarahisar, üç coğrafi bölgede yer alması ve geçit olma özelliği nedeniyle
“Anadolu’nun Kilidi ” olarak bilinir. İhsaniye ilçesinin Ayazini beldesinin girişinde, yolun sol tarafındaki tüf kayalar oyularak yerleşim yeri olarak kullanılmış. Bazıları tek odalı, bazıları üst üste oyulmuş. İçten tünel geçişleri var. Odalarda eşyalarını koymak için nişler, hatta alaturka tuvalet bile yapılmış. Tuvalet deliği kaya dışına açılmış. Ayazini’ndeki en değerli mezar odası vali seviyesindeki bir yöneticinin. Mezar odasına bir salondan giriliyor. Salonun önünde bir dikdörtgen kapı ve kapının üzerinde üçgen bir çatı var. Üzerine Frigya dönemini anlatan motifler işlenmiş. Friglerden sonra Romalılarda bölgeyi aynı amaçla kullanmışlar. Üçgen çatının üzerine medusa kabartması, iç kısımda da tavanda bir hilal var. Hilal, Friglerin ay tanrısı Men’in simgesidir. Ölen kişiyi Men’in ışığı ile aydınlatıyorlar. İsa peygamber zamanından sonra kapı girişinin soluna ve sağına havariler nakşedilmiş. Üç kişinin mezarı ve iki sanduka yeri var. Ölen kişilerin özel eşyalarını buralara koyuyorlarmış.
Ayazini Kilisesi yine kayalara oyulmuş. Kilisenin özelliği apsisli ve kubbeli olmasıymış. 1000’li yıllarda yapılmış, kaya odalarıyla manastır yapısıymış. Frig vadilerinde yürürken geçmiş ve gelecek ruhuma şiddetle girip onu ele geçiriyor. Tablonun önünde bir an durdum. Bir kayaya sırtımı dayayıp, ilkel güzelliği ile doğan her türden çiçek ve keçilerin gezindiği kayalıkları seyrettim.
Avdalaz Kalesi’nde Rüzgarın Sesi
Avdalaz Vadisi’nde yürürken bir tarafta taşlar, bir tarafta verimli tarlalar var. Bu kontrast ve gizem yolculuğa sürprizlerle dolu şaşkınlıklar yüklüyor. Avdalaz Kalesi’nin silueti olağanüstü çekici. İnsan kendini ortaçağdan kalma taş bir kalenin üzerine kurulmuş hissediyor. Kaya kütlesi iç içe ve üst üste oyulmuş, apartmana benzer bir yerleşim yeri. Kayanın zemininde çok derin oyulmuş bir de sarnıç bulunuyor. Bir Bizans kalesiymiş burası. Önünde hamam olarak kullanılmış küçük bir kaya kütlesi var. Kalenin uç noktasında deli bir rüzgar esiyor. Kollarımı ve kalbimi dolduruyorum bu deli rüzgarla. Yolculuk ne kadar zor olursa ruhun temizliği de o kadar derin oluyor. Zamanın durduğu bu yerde, ben de dahil her şey hareket eder gibi. Zamana meydan okuyan belli belirsiz bir siluetim ben.
Göynüş (Köhnüş) Vadisi
Ruhumu sonsuz bir uzaklıkta bırakıp gelmiş gibiyim Frig topraklarına. Gökyüzündeki kapkara bulutlardan dökülen yağmur toprağı yalayıp geçiyor. Geride mis gibi bir toprak kokusu bırakıyor. İçimde ise ilkbaharın kokularını taşıyan, nemli, hayat dolu bir esinti kalıyor.
Aslantaş mezar odasının önünde şaha kalkmış iki erkek aslan karşılıyor bizi. Ayaklarının altında birer aslan yavrusu, kapının üzerinde ise aslanları da içine alan bir hayat ağacı kabartması yapılmış.M.Ö.7. yy’da kral Midas tarafından inşa ettirilmiş. Rehberimizin anlattığına göre tarihteki ilk üç boyutlu kaya kabartmasıymış bu anıt mezar. Frigyalılarda güç simgesi olan hayvanlar aslan, yılan, koç ve boğaymış. Bütün mezar odalarına, açık hava tapınaklarına ve yaşam alanlarının belli noktalarına bunları nakşetmişler. Kibele kültünün yanlarına aslan, üstüne de yılan bezerlermiş. Mezar odasında sol tarafta ölüyü yatırmak için bir sanduka var. Frigler ilk dönemlerde tonoz tavan, son dönemlerinde ise üçgen tavan kullanmışlar.
Yılantaş, Aslantaş’ın batısında yer alıyor. Anıt parçalanmış. Yılan kabartması anıtın ön yüzünde. Yılan gövdeli aslan başlı bir yaratık sentezlenmiş. Kapıda birbirine sarılmış iki yılan ve kapının iki yanında iki savaşçı figürü varmış. Ama ters dönen kayanın altında kaldığından göremedik.
Maltaş Açık Hava tapınağı Aslantaş ve Yılantaş’tan yaklaşık 500 metre uzaklıkta. Frigler, bereket tanrıçası Kibele’ye şükranlarını sunmak için bu anıtı yapmışlar. Anıtın üçte ikisi toprak altındaymış. M.Ö. 7.yüzyılda yapıldığı sanılıyormuş. Yapının ön tarafı frig motifleriyle süslenmiş. Sol tarafında orijinal frig yazıları var. Bir üçgen alınlıkla sabitlenmiş. Ortasından bir ahşap kirişle ikiye bölünmüş. Üçgen çatıdaki eksik kısımda eskiden bir koç başı varmış. Ne yazık ki define arayanların gazabına uğramış. Frigler, bütün tapınaklarını ahşaptan inşa edip, sonra bu tapınakları kayalar üzerine resmederlermiş. Tapınağın tepesine 22 metre derinliğinde bir sarnıç, sarnıca su toplamak için de 3 tane büyük kanal yapmışlar. Anıtın toprak altında kalan kısmında bir niş varmış. Bu niş içinden geçen sular ovaya salınıyormuş. Bir anıyı paylaşırcasına dokunuyorum, ritüellerin yapıldığı tapınak taşlarına.
Gri bulutlarla kaplı kırların çehresi, güneş batarken bulutların ansızın aralanmasıyla tümden değişiyor. Yorgunluk bedeni teslim alıyor. Üçlerkayası köyündeki Frig evinde konaklayacağız. Rehberimiz Tanju Bey bizi ağırlayacak. Akşam yemeğimiz yöresel frig pilavı, kaz eti, kaz tiridi. Sabah ise Frig parkurlarına devam. Grup liderimiz Aytekin Gültekin ve katılımcı arkadaşlarımızla bir sonraki günün hazırlıklarını yaptık. Bizi kollayan yıldızlar gökyüzünde soluklaşmış, uyuyorlar.
Ay, tüm zamanların belirleyicisi, gel-gitlerle tüm suların sahibi… Her dolunay çıktığında suların ve yüreklerin kabına sığmaması bu yüzdendir. Ay tanrısı Men’in ruhu Frig sularında dalgalanıyor şimdi. Uyurken Men’in ışığı üzerimizde olsun…