- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Gürültülü, geveze Amerikan dizilerini sevmem. Buna karşın emperyalist yapısı bir yana, İngiliz film ve dizilerini severim. Gürültü yapmazlar çünkü. Boş konuşmazlar. Cümleleri olabilecek en üst düzeyde sağlam, akıl dolu ve yerindedir. İroniyi dibe atar, mermilerini mutlaka şekere bularlar. Olay örgüsü basit olsa bile dil ve zekâ düzeylerinin yüksekliği yapılabilecek eleştirilerin önüne geçer.
Bütün bölümlerini izlediğim (Netflix) Downton Abbey’in beni etkilemesi işte bu yüzden oldu. Victoria döneminin sonlarını süren, yani bir asır öncesinin İngiltere’sinde geçiyor olaylar. Kırsalda, geniş çayırların alabildiğine uzandığı bir coğrafyada, bilmem kaç odalı bir malikâneyi getirin gözlerinizin önüne. Giriş katında mutfak ve çalışanların odaları… Üst katlarda döneme uygun döşenmiş geniş salonlar, çalışma odaları… Lord’la eşinin odası, hemen yanlarında kızlarının, bir üst katta malikâneye sıklıkla gelip giden konukların kalabileceği mekânlar… Bu kocaman yapıda her şeyi çekip çeviren Kâhya Karsın…
Konuklar hiç eksik olmuyor. Dolayısıyla alt kattaki mutfakta çalışan aşçılar, garsonlar, yamaklar hiç boş kalmıyor. Kendi aralarındaki küçük tartışmalardaki dil bile o kadar özenli ki, izlerken yerimde duramadım. Hemen bütün cümleleri (I afraid) “korkarım”la, ya da (I think) “sanırım”la başlıyor ve aynı nezaketle bitiyor. Dizi, esas olarak bir devrin yavaş yavaş kapanmasını ve özellikle savaş sonrasında değişen üretim ilişkileri çevresinde gevşeyen gelenekleri ve dili işliyor. İşte, diyor, dün böyleydi, ama bugün başka türlü… Tabiatıyla bu değişimin öncüleri, özellikle Lord’un kızları ve damatları oluyor.
Lord’un sağ kolu Kâhya Karsın, dizide değişime direnen kanatta yer alıyor. Çünkü değişen her şey, onun şu koca malikânedeki otoritesini sarsıyor. Kâhya Karsın’ın “Fakat efendim…” diye başlayan hemen her cümlesi, yenilik karşıtı bir gelişimin önüne dikiliyor.
Downton Abbey dizisinin her bölümünü merak ve hayranlıkla izlediğim günlerde bir yaya geçidinde hakkımı çiğneyen sürücüye reverans yaptığımı, “Buyurun Lordum, madem öyle istiyorsunuz, siz geçin!” dediğimi hatırlıyorum. Bakın, imgelem’da birçok nitelikli yazısını okuduğunuz Salim Çetin’in İngiliz nezaketini ti’ye alan sözü geldi şimdi aklıma: “Korkarım iyisiniz Bayım!”
Çok uzun yıllar önce Emret Başbakanım’ı, sonra Tudor Hanedanlığı’nı filan böyle hayranlık ve kıskançlıkla islediğimi de hatırlıyorum. Kıskançlıkla evet. Çünkü her zaman, “Neden böyle diliyle, kurgusuyla ve diğer unsurlarıyla övüneceğimiz diziler çekilmez!” dedim, diyorum.
Bunu Netflix’te Kulüp adlı diziyi izlediğim bugünlerde söylüyorum.