imgelem GEZİ Tokatlı Kanyonu, Mencilis Mağarası ve Safranbolu 

Tokatlı Kanyonu, Mencilis Mağarası ve Safranbolu 

Zamanın Kanatlı Arabası

Bir mağara çiçeği yürüyor içimde / içli bir bulut geçiyor üstümüzden / kalk gidelim.” ,diyor ya Birhan Keskin… İşte öyle bir şiirden yola çıkıp, yollara düştüm Yol Arkadaşım Doğa Yürüyüşü Grubu’yla. Rota: Safranbolu , Bulak ( Mencilis ) Mağarası, Tokatlı Kanyonu ve İncekaya Su Kemeri. Yaşamımızın sınır çizgisini çeken kasvetli bulutlardan kurtulmanın yoludur doğaya yolculuk. Doğadayken zamansız bir boşluğun içinde oluruz. Gezgin de bu gizemli boşluğun içindedir. Gizemle doldurulmuş bu dünyada, kendini evinde hisseder. Şehrin büyü bozumunu geride bırakarak, doğayla kavuşmaya gidiyoruz.

Mencilis Mağarası ve Safranbolu  (1)

Dünya, sırları içinde olan dev bir yapboz. Yüksek bir tepeden, ayaklarımın altında uzanan uçsuz bucaksız uzama bakıyorum. Hissettiğim gizil güç nesnelerin ağırlığından kurtulmamı sağlıyor. Beni dünyaya bağlayacak olan boşluğa atıyor. Atalarımızın, mağaralardaki dünyaya ve onun da ötesine değen el izleri boşluğun ta kendisidir.

Mencilis (Bulak) Mağarası: Gizeme Yolculuk

Bulak ( Mencilis ) mağarası, Karabük’ün doğal güzelliklerinden biri. Kayalık derin bir vadinin içinde bulunuyor. Safranbolu’ ya 8 kilometre uzaklıkta, 6042 metre uzunluğundaki bu mağara Türkiye’nin en uzun 4. Mağarası. Adını bağlı olduğu Bulak köyünden almış. Bulak, sulak anlamına geliyormuş. Literatüre Mencilis adıyla geçmiş. Yukarı çıkarken kuru bir dere yatağı görüyoruz. Derenin adı Mencis’miş. Topluluk anlamına gelen Mencis zamanla değişerek Mencilis olmuş. Mağaranın eski adı ise Atçıini’ymiş. Eskiden atlı kervanlar bu yoldan geçerken burada konaklarmış. 157 basamağı tırmanarak, yaklaşık 1500 metre zirvesi olan Gayüzü dağının altına giriyoruz. Açıl susam açıl ! Sarkıt ve dikitlerin gizemli dünyasının demir kapısını aralıyoruz. Sanki masal dünyasındaki farklı bir evrene giriş yapıyoruz. Karstik yapıdaki 6 kilometrlik mağaranın 400 metresi ziyaretçilere açılmış. İçerideki derin sessizlik bir örtü gibi kaplıyor bedenimi. Rehber eşliğinde geziyoruz. Karstik yapıdan dolayı ilk 50 metreyi geçince dışarısı ile hava bağlantısı kesiliyor. İçerinin sıcaklığı yaz-kış 15 derece; astım, bronşit gibi hastalıklara iyi geldiği söyleniyor.30 metreden sonra tavan aniden 20 metre kadar yükseliyor. Mağara, gizemini koruyacak şekilde ışıklandırılmış.
Mencilis (Bulak) Mağarası

Birbirine bağlı 3 kattan oluşan mağarada sarkıt, dikit, sütun, duvar, perde şeklinde damlataşı oluşumları var. Binlerce yıl önce insanlar tarafından kullanıldığını ispatlayan Horasan sıvası ( kaymak kireci, tuğla tozu ve kum) ile yapılan duvarlar bulunmuş. Biz ikinci kattan ilerliyoruz. Bu kat yarı aktif bir galeri. Taşlara dokunmak yasak. Sarkıt ve dikitlerin bir santimetresi yoğun yağış döneminde 200, durgun yağış döneminde 400 yılda oluşuyormuş. Taşlara dokununca bakteriler bulaşıp, gelişimi 50 yıl geriye atıyormuş. Mağaranın asıl sahipleri olan yarasaları uyandırmamak için sessizce yürüyoruz. Ses uyanmalarına neden oluyor ve dışarı yemek aramaya çıkıyorlarmış. Zamansız uyandıkları için aç kalıp ölüyorlarmış. Mağaranın yaşının 65 milyon yıl ile 200 milyon yıl arasında olduğu varsayılıyor. Bugünkü halini 3 milyon yıl önce almış. Yarasalar kayaların üzerindeki renk cümbüşüne dışkıları ile katkıda bulunuyorlarmış. Mağaranın ilerisinde bir şelale ve iki ayrı göl varmış. Mağara içinde akan yeraltı nehri ziyaretçilere 15 metrelik bir şelaleden düşerek küçük bir göl oluşturuyormuş. 4. Kilometreye kadar özel izinle survivor tadında geziler düzenleniyormuş. Yeraltına karışan su yüzeye çıkarak Bulak Köyüne ve Safranbolu merkezine ulaşıyor.

Mencilis Mağarası ve Safranbolu  (1)

İnsanları, ışığa açılan uzun bir girişi olan, yeraltı mağarası gibi bir yerdelermiş gibi düşün. Çocukluklarından beri oradalar, kıpırdamasınlar diye ayakları ve boyunları zincire vurulmuş, zincirleri yüzünden etraflarına bakmak için başlarını bile döndüremiyorlar ve sadece önlerini görebiliyorlar...” Mağarada ilerlerken Sokrates’in ünlü mağara alegorisini anımsıyorum, yere düşen gölgeler zaman zaman zayıflıyor. Duvarlardaki ışıklar, gözlerimde uçuşan beneklere dönüşünce, boşluk duygusu yaratıyor. Kayaların yüzeylerinde sanki bir dolu yüz var, beni izliyorlar. Geri dönüp mağaranın siyah kadifeyi andıran karanlığından çıkıyoruz.Mencilis (Bulak) Mağarası

Dışarıda gün çiçeklerle bezenmiş. Gökyüzü pırıl pırıl. Güneş masmavi gökyüzünden aşağı dökülüyor. Kiren şerbeti eşliğinde kahvelerimizi yudumladıktan sonra Safranbolu’ya doğru yola çıkıyoruz. Bölgede bolca yetişen ‘safran’ çiçeği ve bu çiçekten elde edilen baharatla ünlenen Safranbolu’nun ismini buradan aldığı söyleniyor. Ama Osmanlı tapu ve tahrir defterinde 18.yy kayıtlarında ‘Zağfiran-ı Benderli, Zağfiranbolu’ isimlendirmeler de bulunuyormuş.

Safranbolu, Cam Teras, Tokatlı Kanyonu

Yerden 80 metre yükseklikte cam bir platform üzerinde, altınızdaki uçurumu görerek yürüyorsunuz. Cam teras yelpaze şeklinde yapılmış bir platform, bir uçurum balkonu. Karşımda Tokatlı Kanyonu’nun muhteşem görüntüsü. Kanyondaki şelalenin yankılanan sesi kulaklarımda. Antik bir tablonun seyrine dalmak gibi bu manzarayı seyretmek.Tokatlı kanyonuna inen tahta merdivenler hoş bir görüntü oluşturuyor.
Safranbolu, Cam Teras, Tokatlı Kanyonu

Kanyona inerken sol tarafta İncekaya Su Kemeri görülüyor. Muhteşem güzellikte, görkemli bir yapı. Kanyonun iki yakasını birbirine bağlamış. 17. Yüzyılda Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yapılan bu kemer, Safranbolu’nun su ihtiyacını karşılarmış zamanında. 116 metre uzunluğunda, yerden yüksekliği 30 metre olan 6 kemerli bir yapı. İncekaya Su Kemeri’nden sonra tahta merdivenlerle Tokatlı Kanyonu’na iniyoruz. Hızar Çayı’nın yatağındaki kireç taşı tabakalarının binlerce yılda aşınması sonucunda oluşmuş, Tokatlı Kanyonu. Tokatlı Kanyonu’na indiğinizde 9 kilometre boyunca süren bir patika yol karşılıyor bizi. Bu güzelliklerin arasından akan derenin hiç canı sıkılır mı? Sanmam…Kuş sesleri, su sesi… Sanki dünya yeniden kendisi oluyor.

Safranbolu  Evleri
Safranbolu  Evleri

Kanyondan çıkıp Safranbolu evlerinin seyrine daldık, ara sokaklarda yürürken. Tarihi Lonca Çarşısı’nın olduğu  “Arasta Sokağı” nı gezerken közde pişirilen Arasta kahvesini tattık. Yanında Safranbolu lokumu, Osmanlı şerbeti ve damla sakızı eşliğinde. Kurtuluş Savaşı zamanında, Türk ordusunun ayakkabı ihtiyacının %40’ını karşılamış burası. Çarşıda birinin yemenisinden şikayet gelirse, lonca başkanı ayakkabıyı alıp dükkanın çatısına atarmış. “Papucu dama atıldı” deyiminin çıkış noktası burasıymış. Demirciler çarşısı da başka bir deyimin kaynağı. Bakırcı ustaları ocaklarında biriken külleri atmayıp kalaycı ustalarına verirmiş. “Komşu komşunun külüne muhtaç” böyle oluyormuş. Bu tarihi meydana kemerli bir kapıdan giriş yapılıyor.

Gün sona ererken Mencilis Mağarası’nın girişinde bizi sarmalayan masal örtüsü hala üzerimizde. Alemler arasındaki gizli kapıları, geçiş noktalarını bulmamızı, birinden diğerine usulca geçmemizi sağlıyor. Saramago’nun dediği gibi, “yarı yolda yırtılıp içindekileri yerlere döken bir torbaya benziyorum.” Masal “bir varmış bir yokmuş” diyerek ya da “açıl susam açıl !”diyerek, kendi içine girmenin yolunu gösteriyor bize. Kayıp mantığı arıyoruz. Yeni kapılar, yeni evrenler açarak. İçimde bir umutla kente geri dönüyorum.

Bu geçmişten günümüze uzanan masalsı yolculuk için Yol Arkadaşım Doğa Yürüyüşü Grubu’nun lideri Aytekin Gültekin’e,  Dilek Gültekin’e teşekkürler. Yeni rotalarla delip geçelim yaşamın demir kapılarını…

DEMET GÜNGÖR

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir