SUYUN DÜŞÜŞÜ
Çalar saat, otobüs ve yol… Zaman içinde her bölge kendine has değerleri oluşturuyor. İşte o değerler sembolleşerek dünyamızda yer ediyor. Anlatımlarda bu sembollerden söz edilmezse yarım kalan bir masal tadı geliyor dimağa.
“Baş döndüren hızla düşerim ardına / dönerek savrulan dünyaların, / tek gözbebeğime sığdırırım / olanca yaradılmışı…”
G. A. BECQUER
Yol Arkadaşım Trekking grubu lideri Aytekin Gültekin; Uyuzsuyu Şelalesi’ne giderken daha önce kimsenin kullanmadığı farklı bir rota izleyeceğini, el değmemiş güzelliklerle buluşacağımızı söyledi. Tabii bendeki heyecan daha da arttı.
Uyuzsuyu Şelalesi
Uyuzsuyu Şelalesi, Ankara’ya 200 km, Nallıhan’a 30 km uzaklıkta. Önce Beypazarı’ndan geçtik. Buranın eski adı Lagania (Kaya Doruğu Ülkesi) ‘ymış. Otobüsün penceresinden Kaya Doruğu insanlarına bir selam gönderip yolumuza devam ettik. Güller şehri Çayırhan’ı geçtik, Çayırhan Barajı’nda nefis bir tekne gezintisi yapmıştım birkaç yıl önce. Belki ileride tekrarlarım göl gezisini. Nallıhan Kuş Cenneti’nden geçerken, gözlerimi kızıl çizgili tepelerden alamıyorum. Sanki başka bir gezegendeyim. Burası bir zamanlar iç denizmiş. Geçmişi ve bugünü düşündüğümde , gelecek için kaygılanıyorum. Şimdilerde neredeyse hiç kuş kalmamış bu cennette.
Esrime halinde bir çocuk oluyorum yürürken. Kendi dışıma taşıyorum. Geçmişten ve gelecekten sıyrılıp şimdiki zamanla özdeşleşiyorum. İç Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırları, çıplak tepeleri ilkbahara “Merhaba” demiş. Çam ağaçlarının oksijen deposuna dönüştürdüğü bir ortamda yürüyoruz. Bazen tırmanıyoruz, bazen de yumuşak bir eğimle inişe geçiyoruz rotada. Kıvrımlar yaparak yolculuğumuz devam ederken bir dolu dere geçişi de yaptık. Dereleri geçerken koruyucu kalkanımız Hakan Aydın’dı. Güneş tepede ama bir gölge bolluğu var yolumuzda. El değmemiş orman dokusundan sonra suya ulaştık. Olağanüstü bir manzara. Suyun sesi Esrar Dede’nin gazelini ahenkle tekrarlıyordu. ” nicedir gönlümü yitirdim ben/ sende kaldığına yok şüphem”
Su yaklaşık 60 metre yükseklikten dökülüyor. Suyun kaynağı Sarıçalı Dağı. Uyuzsuyu Şelalesi’ nin diğer adı da Ilıcasu’ymuş. Şelale mart ve ağustos ayları arasında akıyormuş. Suyun sıcaklığı 35-36° oluyormuş. Çobanlar bu sudan içen uyuz hayvanların iyileştiğini görmüş. Suyun her iki adının da nedeni anlaşılıyor. Şelale travertenlerden aşağı düşerken kayalara çarpıp öyle damlacıklara ayrılıyor ki, her damlada ayrı bir dünya var oluyor sanki. Şelalenin etrafında mesire alanı da düzenlenmiş.
Dönüş yolunda rüzgarın salınımı ile çam iğneleri vücuduma batıyor. Dalları saçlarımı çekiştiriyor. Bölgede asırlık çam ağaçları var. Öğle yemeğimi kadim ağaçlardan birinin kucağında yedim. Daha sonra fotoğraflara baktığımda, ben ağacın kollarında iken onun tepemde gülümsediğini gördüm. Huzur doldu içime, o gülümsemeyi gördüğümde. Tepeler güneş ışığında parıldıyor.Güneşin öpücüğü ile çiçeklenip, renklenen doğa gözümü alıyor.
Sauron’un Gözü
Yol devam ederken solumuzda dev bir kaya kütlesindeki kocaman göz sanki ruhumuzu okuyor. Britanyalı yazar Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi romanındaki “Sauron’un Gözü” ne benzetiyorum. Kötülüğün simgesi olarak betimleyen de var, Sauron’un düşündüğü yerleri görebilmesi nedeniyle gözü bir metafor olarak tanımlayan da… Her neyse, kayanın fotoğrafını çekerken göze bakmıyorum ve hemen uzaklaşıyorum oradan. Filmi izleyenler beni anlar. Manzarayı içimize çekerek Karacasu köyüne vardık. 24 haneli küçük ama bakımlı bir köy. Bugüne kadar korunan boş ahşap evler yok oluşa bir dokunuş gibi. Uyuzsuyu Şelalesi, orman içi patika yolları kullanarak yaptığımız en güzel yürüyüş rotalarından biri oldu. Yol Arkadaşım Doğa Yürüyüşü Grubu lideri Aytekin Gültekin’e ve ekibine, doğaya yolculuğumuzda omuz omuza verdiğimiz katılımcı arkadaşlara teşekkürler…
Tenime sinen orman kokusu, içimde başkaldıran çocukluk ayaklanmaları, coşkuları ve sessiz fırtınanın tepkisiz kalabalığı ile kente dönüyorum. Gözlerimi, o dünyadan ayırıp çevremdeki dünyaya çeviriyorum. O büyük yolculuk için yükümü toplayacağım günü bekliyorum sessizce…