Mor Çiğdemler Peşinde
Asfalt ve çimentonun ortasında yaşarken, yaşadığımız bu yere de kentin göbeği derken, özlemini duyduğumuz doğaya ulaşmak bir düş mü?.. Dün gece düşsüz uyudum. Sabahın ilk ışıkları ile adımı heceleyerek öten bir kuş sesi uyandırdı beni. 15 aylık zorunlu bir aradan sonra, yine doğanın tüm renklerini görebileceğim, taşa toprağa dokunabileceğim bir yolculuk beni bekliyor. Yolculuğun süresi önemli değil. Önemli olan Yol Arkadaşlarımın ve doğaya duyduğum arzunun, etrafımdaki şeyleri harekete geçirecek bir motor olması. Yolculuk başladığında, aracın camları buğu ile kaplandı. Desenlerle ortaya çıkan, tesadüf gibi görünen şey aslında bize günü muştuluyordu. Çamlıdere ormanlarındaki Yalcı Aluç yaylası yoluna düştük hep birlikte. Doğanın sürprizi biter mi? Araçtan inip hazırlıklarımızı yaparken kar başladı.
Rehberimiz Aytekin Gültekin, orman içinde hafif bir eğimde, öğle yemeğine kadar sürekli yükseleceğimizi söyledi. 1346 metreden ağır ağır tırmanmaya başladık. Tırmandıkça ormanın dokusu değişti, adeta bir masal havasına büründü. Ağaçların dalları karların ağırlığı ile eğilmişti. Sanki biz geçerken reverans yapıyorlardı. Her yer bembeyaz. Galiba az önce Alice’nin tavşan deliğinden geçtim.
Basacağım yerlere çok dikkat ediyorum. Yerlerde karların arasından güneşe yapraklarını uzatmış mor bakışlı çiğdemler var. Ezmek istemiyorum onları, öyle güzeller ki… Crokus denen çiğdemler yerleri mora boyamış. Turgut Uyar’ın dizeleri ile sesleniyorum mor çiğdemlere. “Lale bahardan yanadır; çiğdem güneşten / çiğdem cefaya katlanır, alışmıştır kendi yeşiline…” Zamanın tozdan zerreciklerine karışan mor renkli, büyülü çiçekler. Beynim endorfin salgılıyor. Orman yürüyüşleri, mutluluk iksiri.
Çamlıdere Bizans döneminde oldukça hareketli bir bölgeymiş. Selçuklu ve Osmanlı döneminde gitgide ıssızlaşmış bölge. Dervişler de ıssız bölgeleri tercih ettiğinden, onlar gelip yerleşmişler yöreye.. Bugün ise Çamlıdere, Ankara’nın yazlığı konumunda. Düzgün adımlarla karda bata çıka, önümdeki ayak izlerine basarak yürüdüm. Nereye ve niçin gidiyorum? Gözlerim kardaki ayak izinde, kulağımda ise ormanın sesi… 1782 metrede öğle yemeği molası verdik. Sıcacık çaylar, keyifli sohbetler günün vazgeçilmezi. Mola bitip de yükü sırtlayınca iniş başladı.
Yokuş aşağı inerken vücudumu dikleştirdim. O sırada gözüm bulutlara takıldı. İnce uzun iki bulutu, sadece onların bulunduğu yükseklikte esen bir rüzgar önüne katmış götürüyordu. Nereye mi?.. Doruğu göğe yaslanmış bir dağa doğru. Ağaçların en tepesindeki dallar küçük kollarını sallayarak selam veriyor bizlere. Sıradan bir manzara gibi gelebilir size. Ama öyle mutluyum ki, dağınık çalıların arasında çalıkuşuna dönüştüm. Bir göletin yanı başında fotoğraf molası verdik, “An” da ne yaşadığımızı anımsayabilmek için.
Çalıların arasında uçarken Dryope’nin sesini duydum. Dryope nympheler(orman perileri) için çiçek toplayıp çelenk yapmak istemiş. Küçük oğlu ve kardeşi Iole ile birlikte bir pınar başına gitmiş. Su kıyısında duran bir lotus ağacından bir dal koparıp oğluna vermiş. Koparır koparmaz kan damlamaya başlamış daldan. İşte o zaman ağacın bir lotus ağacı olmadığını ve Lotis adlı nymphe olduğunu anlamış. Nymphe kendini kovalayanlardan kaçmak için ağaç şekline girmiş. Tabii Dryope çok korkmuş, kaçmak istemiş ama kıpırdayamamış. Ayakları yere bağlanmış, gövdesi kabuk bağlamaya, ağaca dönüşmeye başlamış. Iole kardeşinin yanına gidip taze kökleri gözyaşları ile sulamış. Dryope bunu bilerek yapmadığını ve oğlunu sık sık yanına getirmelerini istemiş. ” Gölgemde oynasın, büyüdüğünde gerçeği anlatırsınız. Ona söyleyin, hiç çiçek koparmasın. Belki her çalı, biçim değiştirmiş bir tanrıçadır” demiş.
Ben de her çalıya, her ağaca bir tanrıçaya dokunur gibi dokunuyorum. Ağacın gövdesine başımı yaslıyorum, kulak veriyorum onun sesine. Bana kimlerden kaçtıklarını anlatıyor nympheler.
Akşamın habercisi olan bulutların eşliğinde günü sonlandırdık. Fındık sobasının ısıttığı bir mekanda mermerde pişmiş alabalık yiyerek, sohbetlerle demlenerek…Dönüş yolunda otobüsün pencere boşluğundan yıldızlara baktım. Şehir ışıklarının yansıması ile yıldızlar doğal olmayan bir tablo oluşturuyor. Onlara bakarken yaşamımın bir gününü daha modernizmin kıskacından kurtardığımı düşündüm. Ben onları göremezsem de onların beni gördüğünü düşünerek el salladım Nymphelere… Çalılıklarda ve bir ağaç gövdesinde buluşmak üzere…
DEMET GÜNGÖR
Demet Güngör, doğaya bir çiçeğin, ağacın ruhuyla bakmayı biliyor. Özellikle efsaneler yazısını süslüyor. Yürekten kutluyorum.