Yine bir cumartesi sabahı, 05.30 da kalktım. Sizce bir insan neden her hafta sonu, yaz-kış demeden, sıcak yatağından çıkıp yollara düşer? Zamanla tutku haline gelen her alışkanlık gibi doğa tutkusu da bizleri başka aktivitelerden alıkoyabiliyor. Bir de “merak” var tabii. Öğrenme merakı, kendini ve doğayı keşfetme merakı. Keşif sonucunda bir değişim yaşıyor ve dünyayı başka bir pencereden seyrediyorsunuz. Doğa size bazen heyecan duymayı, bazen de saygıyı öğretiyor. Peki, kendinizle günde kaç saat birlikte oluyorsunuz? Kentlerdeki beton ormanlarının arasında kendimize zaman ayıramıyoruz. Kentlerde doğadaki devinimi görmemiz mümkün değil. Bir binalar var bir de aralarından görebilirseniz “bir avuç gökyüzü”. O da mavi değil.
Bu haftaki rotamız; Bolu, Yeniçağa Dereköy, Mengen, Gökçesu, Küplüce Köyü. Bolu Dağları Orhan Veli’den Evliya Çelebi’ye kadar herkesi etkilemiş. Orhan Veli’nin ” Yol Türküleri” ndeki “Savulun geliyorum, hey Bolu Beyleri /Böyle olur yüksek yerin rüzgarı/Böylesine söyletir insanı” diye seslenişini ancak o dağlarda gezerken anlayabilirsiniz. Bolu’nun doğusunda olan Yeniçağa, il merkezine 38 km, Ankara’ya 150 km mesafededir. Eski yerleşim yerinin adı Çağa’dır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya gelen Türkler tarafından kurulmuş. Zamanla gelişmiş , büyümüş. Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında Bolu Sancağına bağlı bir kaza olmuş. Bu toprakların fatihi Çaka Bey’in adı verilerek Çaka(Çaga) denmiş.”Çaga ” büyük bir yerleşim merkezi iken 1904 yılında çıkan büyük bir yangın felaketi neticesi halkın bir kısmı bu gün Yeniçağa denen bölgeye göç etmişlerdir. Bu göç olayı Sultan Reşat zamanında olduğu için buraya “Reşadiye” adı verilmiştir.
1934 yılında ise Atatürk Bolu’ya giderken Reşadiye’de mola vermiş ve yöre halkının Çağa’dan geldiğini öğrenince de,”ÇAĞA” ya Eskiçağa, Reşadiye’ye de “Yeniçağa” denilmesini istemiştir. O günden bu güne kadar ilçenin ismi “Yeniçağa” olarak kalmıştır. Çağa ile ilgili en geniş bilgiyi Evliya Çelebi’den alırız.Çelebi Çağa için şöyle der:
“1057 senesinde Defterderzade Mehmet Paşa ile Erzurum seyahatine giderken ta Tosya’ya varıncaya kadar köy ve kasabalar mufassal yazılmıştır. Buradan Çağa Kasabasına geldik.
Çağa Kasabası; yüz elli akçelik kazadır. Kethüda yeri (Devlet adamlarının ve varlıklı kimselerin işlerini gören kimse) yeniçeri serdari, subaşısı (şehirde inzibat amiri) vardır. Gayet mamur, bağlı bahçeli köyleri vardır. Kasabasında camii, han ve hamamı,, mescitleri, küçük çarşısı vardır. Çaga şehri yayı derler bir çeşit yayı olur ki kara ve denizde seyahat eden kimseler kullanırlar, asla başları bir tarafa yalkımaz ve başları birbirine kavuşmaz. Acarlızilisi yani halısı, yer otu olur. Ahalisi Türktür.
Çağa Gölü, dört tarafi 47 pare mamur köylerle müzeyyen bir göldür. Etrafi 11 mildir. İçinde adası yoktur. Derinliği 20 kulaçtır. Suyu tatlı olduğundan ahalisi kenarında sabun sürmeden bir gömleği beyaz gülpenbe gibi yaparlar. Yedi çeşit balığı olur ki her biri beşer onar okka turna, kazayan, yılan, alabalığın çeşidi olur ki asla balık kokusu yoktur. Ağırlık, hararet, kuruluk vermez. Bu balıkların eti gayet kuvvet vericidir. Çünkü bu gölde hasıl olan (yel otu) kökünü yerler….”
1100 metre yükseltideki Yeniçağa Dereköy’de indik. Lodos nedeniyle artan hava sıcaklığı karların çoğunu eritmiş. Dereköy’den orman yolunu takip ederek biraz yükseldik. 1180 metre yükseltideki Dereköy Yaylası’ndan sonra doğaçlama olarak, bazen az kullanılmış orman yollarından, bazen de ormandaki köknar ağaçlarının arasından yürüdük. Yazın ormanda yürürken ağaç dallarının çıtırtısı duyulur ayaklarınızın altında. Çıtır çıtır…. Kışın karda yürürken , karın ezilme sesi. Gırç gırç… Ezilmemiş karda yürürken ay yüzeyinde yürüyormuş gibi hissedersiniz. Baharda, erimiş karda veya yağmurda yürürken çamurun sesi duyulur. Vıck vıck… Pedro Paramo’nun “Kurbağa” adlı çocuk kitabındaki, aslında bir su aygırı olan Kurbağa’nın dediği gibi. “Bu harika! Çamur şahane! ” Çocukların su birikintilerinde zıplamayı sevdikleri gibi, su ve çamurda zıplamak benim en büyük zevklerimden biri haline geldi. 1354 metre yükseltideki Mamatlar Yaylası’ndan sonra kayın ağaçlarının olduğu bir ormana girdik.
Kardelenler, ters laleler, çiğdemler görüntüleriyle doğada bir renk cümbüşü yaratmışlardı.
Dereköy göletine vardığımızda, buz tutan göletin bir bölümünün eridiğini gördük. Yine de muhteşem güzellikte fotoğraflar çektik. Kuş cıvıltıları, doğanın canlandığını haber verir gibiydi. Bu kısa moladan sonra dönüşe geçtik. 17 kilometrelik yol bir çırpıda bitti. Araçlara bindiğimizde, içime beton ormanına dönmenin hüznü çökerken , T.S. Eliot’un “Çorak Ülke” deki dizeleri geldi aklıma.
“……..
Arayışlardan asla vazgeçmeyiz
Ama tüm arayışlarımızın sonunda
Başladığımız yere geri dönmüş oluruz
Ve orayı yeniden keşfetmeye başlarız.”
DEMET GÜNGÖR