Özellikle şairler, şiir yolculuğuna çıktıklarında, kendilerine bir usta bellerler. Bellenen ustanın, yaşamını yitirmiş ya da sağ olması, benimsemede belirleyici olmaz. Ne var ki kimi şairler ustalarından kopamazlar. Yazdıkları tüm şiirlerde onların renkleri ve izleri görülür. Bu olgu, kendi sesini buluncaya kadar hoşgörüyle karşılanır ama sürgit ustanın sesini ve özünü tekrarlamada ısrarcı olmak, şairin kendi sesini bulamadığı anlamına gelir.
Kimi şairler de geleneklerin sürdürücüsüdür. Nedenleri çok çeşitli de olsa alışageldikleri biçimden kopamazlar. Aruz vezni günümüz şiiri dünyasından elini eteğini çekse de bazı usta şairler, bu veznin içsel öğelerinden yararlanırlar. Ama birçok şairin, özellikle halk ozanlarının şiirlerini hece vezniyle yazmakta olduğu görülür. Aruz sözcüklerdeki seslerin açıklık-kapalılık, uzunluk kısalık gibi çeşitli ses kalıplarını dikkate alan şiir ölçüsüdür. Hece ise, dizedeki hece sayısının eşitliğine dayanır.
Cumhuriyet döneminde “Beş Hececiler” olarak anılan Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç ve Enis Behiç Koryürek, bu türe damgasını vuran şairler olarak hatırlanır. Kaldı ki, bu topluluktan olmamasına karşın, Necip Fazıl Kısakürak de “Kaldırımlar, Otel Odaları, Heykel, Tabut, Bu Yağmur” ve benzeri şiirleriyle, bir dönem hece vezninin çıtasını yükselten şairlerden biri olmuştur. Onların rüzgârıyla edebiyatımız birçok şair de kazanmıştır. Bu akım ve şairleri, edebiyat tarihlerindeki yerlerini almışlardır. Bir kaynak olarak, dönüp baktığımız gerektiğinde yararlandığımız değerlerdir. Ancak, kullandıkları kalıplar, artık günümüz şiiri için yeterli olamamaktadır.
Gerek aruz, gerekse hece kalıpları; sözcük disiplini edinme, seslerin bilinçli kullanılması açısından, dönemlerinde şiire katkı sunmuşlardır elbette. Bu özelliklerinden günümüzde de yararlanılmaktadır. Ne ki, kişisel ve toplumsal özgürlük arayışları, tüm sanatlarda olduğu gibi, şiir için de geçerli olmuş ve şairler özgür koşuğa yönelmişlerdir. Diyalektik ve estetik bütünlük içinde özgür koşukla şiir yazmanın ne gibi özellikler gerektirdiğine konu dışında olduğu için değinmiyorum.
Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin toplumsal yaşamla, kültürle ve bilinç düzeyiyle de ilişkisi vardır. O nedenle bugün için köyde, kasabada yaşayan halk ozanlarından serbest koşukla şiir yazmaları beklenemez. Onlar da içinde yaşadıkları toplumun beğenisine uygun olarak çoğunlukla hece vezniyle şiir yazmakta ve sazının eşliğinde bu şiirleri seslemektedir.
Ben de, emeklerine saygı duyarak, bana ulaşan hece vezniyle yazılmış kitapların bir bölümüne değinmeye, onları tanıtmaya çalışacağım.
Yaşam Türküsü (1984) Rıza Başer
On dört yaşında düzyazı ve on beş yaşında şiir yazmaya başlayan Başer’in 1937-1984 yılları arasında yazdığı şiirler bu kitapta toplanıyor. Başka bir deyişle 1940-1984 arasında çıkardığı altı şiir kitabını içinde barındırıyor. Bunun dışında yazarın iki söylev ve bir de deneme kitabı bulunuyor. 1922 yılında Malatya’nın Arapkir ilçesinde doğan Rıza Başer, Balıkesir
Necatibey Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra öğretmenlikten müfettişliğe kadar çeşitli görevlerde
bulunduktan sonra 1977 yılında emekli olmuştur
Memleketimizde yayınlanan hemen her gazete ye dergide şiirleri görülen Rıza Başer daha çok taşlama içerikli şiirler kaleme almakta ve şiirlerini çoğunlukla 1938 yılında yazdığı “Oyulan bu gövde sevda yoludur,/ Yollar ki, her zaman beni oyalar./ Hüzünden bir külçe kaskatı durur,/Mağmum hayatımın eşi kayalar…” dizelerinde gözlemlenebileceği gibi “hece”
ölçüsü içinde işlemektedir.
1942 yılında yazdığı ”Yasak” şiirindeki “Uzanan Havva eli elma dalında,/Kızlarının yanağı utanıcından al!/Nasılmış bilsem, o cennet masalında,/Ademoğluna memnu ülkede ahval… ” dizelerle hicve gönül verdiğini belli eden Rıza Başer için Aziz Nesin “Hatırladım: Rıza Başer adı, Yedi gün ‘deki şiirlerin altında görülüyordu./ Demek, aradan yirmi bir yıl geçmiş…/ Rıza Başer, albüme benzer bir cilt uzattı. Üstünde “Hicivlere Cevap ” yazılı, ” diyor ve ekliyor: “Beş Hececilerden Orhan Seyû Qrhon ‘un aruzla yazdığı Hicivler ‘e, Rıza Başer cevaplarını heceyle vermiş. Başer ‘in cevaplarının değeri üzerinde bir yargıya varamıyacağım. Ben de bu yolda taşlamalar yazdım. Ama bu işin bir sanat olduğuna inanamıyorum. Bunlar bir oyundur, bir oyuncaktır. Ama zamanında yazılıp yayınlanmışsa, toplum için çok yararlıdır; çünkü oyuncaklar kötülüğünü sürdüren kişiye çevrilmiş silah olur. 1960. “
Rıza Başer’in gerek tek tek şiir kitapları, gerekse tüm şiirlerini içeren Yaşam Türküsü için Aka Gündüz’den Sunullah Ansoy’a, Enver Naci Gpkşen, Şemsi Belli, Nurettin Artam, Halid Fahri Ozansoy’a kadar birçok şair ve yazar görüşlerini bildirmiş.
Kitapta sözü edilen adlardan çoğunun anılara karışmış olduğunu gördükçe, yaşanan burukluklarla birlikte yaşam türküsünün de insan var oldukça bitip tükenmeyeceği gerçeği yer bulmuş oluyor düşüncelerimizde.
Yolculuk Başlattık Güneşe Doğru (2008) Merdani
Özgeçmişi hakkında bilgi olmasa da, Sone yayınlarından çıkan kitabına yazdığı önsözden, Merdani’nin Hollanda/Rotterdam’da yaşadığını öğreniyoruz. Gerek kitabının adı, gerekse önsöz ve yaptığım alıntılar, şairin emekten yana olan dünya görüşünü ortaya koyuyor. Ne var ki, ben yine de halk ozanlarının çoğundaki yakınmacı tavırla Merdani’de de karşılaşacağımı zannettim. Yanılmışım. Yanıldığıma sevinerek okumamı sürdürdüm.
Tüm şiirlerini emekle boylandıran Merdani, “Bir Dünya İdtiyom” adlı şiirinde düşlediği sosyalizmi: “Ne para olsun ne para babası / Ne ağası olsun ne marabası / Ne savaş olsun ne savaş narası/ İşte ben böyle bir dünya istiyom //Merdani ezilen halkı olmayan/ Atom bombalan tankı olmayan/ İnsanının insandan farkı olmayan/ İşte ben böyle bir dünya istiyom” dizeleriyle çağrılıyor. Topluma ilişkin birçok sorunu ele alan Merdani, sorunu anlatmakla kalmıyor; insanlığın kurtuluşu, emeğin iktidarı, insanca yaşanacak bir dünya için haklı kavgalara davet ediyor okuyucuyu. Bu görüşünü de: “Dikenli yollarda yürümesini/ Öğrendiysen her engeli aşarsın Zalimlere karşı direnmesini/ Öğrendiysen her engeli aşarsın//
Alnından damlayan alınterini /Dolduruyor kimin kasalarını / Düzenin yazdığı bu kaderini /Oğrendiysen her engeli aşarsın// Yıllarca dinledin kuru vaazı /Bize düşman eylediler hep bizi / Seni geri koyan kara yobazı / Oğrendiysen her engeli aşarsın//Acılara tutunmayı bilmeyi / Bedel ödemeyi hesap sormayı / Sınıf kavgasında yerin almayı / Öğrendiysen her engeli aşarsın” dizeleriyle şiirleştiriyor. Bu kadar la da yetinmeyerek : “Sıklaştıralım safları/ Almak için tüm hakları/ Dünyanın mazlum halkları/ Ayağa kalkın ayağa//Merdani niçin mi niçin/ Sömürüyü ezmek için/ Tek bayraklı dünya için/ Ayağa kalkın ayağa” dizelerini ekleyip değişim ve dönüşüme buyur ediyor.
“Senin Görevin, Kader Değildir, Anadolu’yum Ben, Güneşe Doğru, Cennet Cehennem, Eğer İnsansan, Halkın Ozanı” gibi birbirinden güzel şiirler konusunda söz etmek bu yazının boyutunu aşacağından alıntı yapıp ayrıntıya giremiyorum. Merdani’nin 140 sayfalık kitabında zaman zaman tekrara düşmesini ilk kitabın heyecanına bağlıyorum. Ne var ki, Merdani’yle birlikte Aşık İhsani geleneğinin kan tazelemiş olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Güzel İnsan (2007) Ahmet Dümrül
Dümrül kitabın girişinde, kendisiyle de hesaplaşan bir teşekkür yazısıyla yola çıkıyor. Kora yayınlarından çıkan altıncı kitabı “Güzel İnsan”dan önce yayınlanmış beş kitabı daha bulunan şair ağırlıklı olarak hece vezniyle şiir yazmakta ve gerçeği arayan şiirinin “Anlatılan davada mı/ Parçalanmış yuvada mı/Nefeste mi duada mı/ Adem ‘de mi Havva ‘da mı/ Gerçek nerde bilir misin// Alimde mi ilimde mi/ Maddede mi bilimde mi/ Şefkatte mi zulümde mi/ Bir mezarda derinde mi/ Gerçek nerde bilir misin// Damarda mı dertte midir/ Korkakta mı mertte midir/ Tesedüfen bu dünyaya/ Geldiğimiz yurtta mıdır/ Gerçek nerde bilir misin ” dizelerinde olduğu gibi toplumsal konularla duyarlıdır.
1948 yılında K. Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı Üngüt köyünde doğan şair uzun süredir ekmek parası için gittiği Almanya’da yaşamaktadır.
“Emekçi kardeşim bu nasıl bir iş/Her baharda dine kurban adandım/ Başıma dikildi hocayla keşiş/ ibret diye bombalara bağlandım//Kuyucu ‘nun kuyulara bastığı/ Köprülü ‘nün Üsküdar’da kestiği/ Şeyh-ül İslam ‘in ağaçlara astığı/ Kızılbaşım damgalandım dağlandım// Katli vacip diyor Kuran ‘da varmış/ Taşa eğilmedim kanım helalmiş/ Hep bizi vuranlar terfi gül almış/Maraş ‘ta vuruldum Sivas ‘ta yandım// Şerefim umudum onurum acım/ Nesimi ‘yim Pir Sultan ‘im Hallaç ‘im/Ben haktan gelmişim bitmez bir gücüm/ Ahmet Dümrül; ölüm ile eğlendim. ” Dizelerinin oluşturduğu “Emekçi Kardeşim” şiiri, bir yanda Aleviliğin konumunu ortaya koyarken, bir yandan da resmi ideolojinin yarattığı ayrımcılığı açığa çıkarmaktadır.
Memleket özlemini “Bayramda Öptüğüm Eli Özledim” gibi süzülmüş bir dizeye yerleştiren Ahmet Dümrül’ün toplumsal içerikli şiirleri, kullandığı kalıbı zorlamakta.
Mevsimin Son Çiçekleri (1999) Bekir Dağsever
Dedesi; Toz Mehmet’in yolundan giderek ozajıhğı seçen Dağsever; “Hangi gezegendir meskenin yerin,/ Bilemedik hesabını yaşının./ İşçi memur fabrikamı geçimin,/ Fakir misin holding misin özgürlük. ” Diyerek özgürlüğe sesleniyor. 1962 yılında Düziçi’nin Çitli köyünde doğan ve yüksek öğrenimini yarıda bırakıp çalışmaya başlayan ozanın Aykırısanat yayınlarından çıkan kitabında yer alan şiirlerin bir çoğu, toplumsal içerik taşıyor. Kirlenen dünya, hakça üleşim, barış, orman işlediği konular arasında yer alıyor. Hele “Akar seller gider toprak,/ Ova bayır olur çorak./ Neden kimse etmez merak,/ Korkuyorum çöl olacak.// Kulak tıkar çağdaş beyler,/ Çöle döndü bak yaylalar./ Eriyip gitti tepeler,/ Korkuyorum çöl olacak.//Büyük küçük tüm ulusça,/ Dayı yeğen haydi amca./ Koşturalım hemen dostça,/Korkuyorum çöl olacak./../../Dağseveryetiş çabucak/Çevreciye açsan kucak./Bütün her yer köşe bucak,/ Korkuyorum çöl olacak. ” Dizelerinin yer aldığı “Korkuyorum Çöl Olacak” şiiri hemen her evin susuzluk çektiği günleri anımsatmıyor mu,buna okuyucu karar verecek.
Dağsever’in şiirleri rahat okunabiliyor, insanı itmiyor olsa da uyak yapmak için telaş içinde olduğu görülüyor.
Güngör Gençay