- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Ne zamandır aklımda Aydemir Çimen’ in Flamingolar Döndü mü[1] romanı üzerine bir şeyler yazmak! Bir önceki romanı Umut Deniz Gibiydi 2019 yılı içinde Türkan Saylan Kültür Merkezi’ inde konuşulmuş, okuyuculara tanıtılmıştı.
Ben de o toplantıda vardım, roman 1980’ lerin devrimci mücadelesinin sert geçtiği dönemi, bir ailenin üniversiteye giden oğlunu, ailenin yaşadıkları acıları, devletin ve örgütlü sağ güçlerin yaptıklarını anlatıyordu. Tıpkı dönemi anlatan bir siyasal tarih gibi de romanı okumak mümkündü.
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Aydemir Çimen yeni bir romanla kuyucusunun karşısına çıktı: Flamingolar Döndü mü? Aydemir Çimen’ in kendisi de 12 Eylül Faşist Darbesi’ inde büyük acılar çekmiş, tutuklanmış biri. Dolayısıyla insanlar en çok gördüklerini ve yaşadıkları dünyayı yazıyor olmalı ki bu kez de gene bir toplumsal olay, 1980 yıllarının İzmir’ deki Çiğli Direnişi romana konu olmuş.
Romanda Ankara’ da Ülkücülerin bir işyerini bombalaması sonucu eşini yitiren Ahmet’ in İzmir’ e baba evine dönmesi, Tariş’ in Çiğli’ de bulunan fabrikasında çalışmaya başlaması ile gelişen olaylar anlatılıyor. Hükümet fabrikada çalışan işçileri atıp, yapıyı değiştirmek istemektedir. Buna karşı işçiler direnir, fabrikadaki üretimi sürdürmeye çalışır. Ancak dönemin hükümeti ve top yekun sağ güçler bu çalışmaları baltalamaya fabrikayı kapatmayı göze almıştır. Bunun için başrolde polis ve askerler var. Bunlara yardımı da o günlerin etkin siyasi aktörlerinden biri olan Ülkü Ocakları yürütüyor.
Bu fabrikadaki operasyonları yürüten polislerden biri de Ahmet’ in kuzeni Tahsin’dir. Romanda bu polisin hakkını arayanları, insan haklarından ve demokrasiden söz edenleri nasıl terörist olarak gördüğü, bunun için taa Amerikalara kadar gönderilerek eğitimden geçirildiği süreç te anlatılıyor.
Fabrikada olanlara gelecek olursak, bir müddet sonra işçilerin direnişi bastırılıyor, fabrika kapatılıyor, işçilerden bir bölüm tutuklanıyor ya da başka yerlere sürgüne gönderiliyor. Ahmet’ de doğal olarak işsiz kalanlar kervanına katıldığı gibi, hayatındaki kayıplar ve yenilgilerle yaşamanın yollarını aramaya koyuluyor.
O dönem Milliyetçi hükümetler dönemini yaşıyor ülkemiz, sol’ un güçlü olduğu her yerde bu gücü geriletmek, yok etmek hükümetin temel görevlerinden biridir. Bunu da en çok ülkücüler eliyle yapılıyor, beraberinde polis ve ordu içinde oluşturulmuş bir paramiliter güç te var.
1975’ li yılları yaşayanlar bu süreci bilir, kurgulanmış gibi tırmandırılan bu atmosferin uzun sürdüğü, gençleri sağ sol ayırarak bir birine düşman ettiği bir dönemdir o günler. Güya bu kaosa son vermek için 12 Eylül 1980’ de darbe yapılır. Kendisi bir kaostur bizatihi darbenin. 650 bin kişi tutuklanır, 17 kişi sadece bu dönem de idam edilir, pek çok insan yurt dışına kaçmak zorunda bırakılır, bir bölümü vatandaşlıktan atılır vs. Tam bir karabasandır bu dönem…
Kendisi de bu dönemi yaşamış olan Aydemir Çimen işte bu yılların Türkiye’sini anlatır romanlarında.
***
Sosyalist gerçekçi edebiyat olarak adlandırılan bu mücadele çizgisi üzerinde yürüyen ve dönem anlatılarına dayanan epey bir külliyatı olduğunu biliyoruz. Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Mehmet Eroğlu, Erdal Öz benim aklıma gelenler… Çünkü yaşanılan hayat romana, öyküye ve edebiyata yansıyor sonuç olarak. Bunlar da yaşanan olgular.
Şimdi nerde okudum anımsamıyorum Cemal Süreya’ nın roman yazarlarının önceki yıllarda üst sınıftan geldiği, giderek bu durumun değişime uğradığı yönünde bir saptaması vardı… Gene, Yakup Kadri’ nin Fakir Baykurt’ a, ”…çocuklar köyü siz yazın, biz yazsak sizin kadar gerçekçi olmayız.” demesi. Demek ki artık yaşananlar romana konu oluyor, bunu da en iyi yaşayanlar yazıyor.
Ancak sosyalist gerçekçi çizgide yazanların belki de dikkat etmesi gereken bir nokta var, o da gerçeği şematik bir biçimde okuyucusuna sunma tuzağına düşmemek. Sonuçta roman ya da öykü gerçeği temel almakla beraber kurgudur, bire bir yaşanan gerçek eserin konusu değildir. Öbür türlüsü zaten siyasal tarih olurdu.
Kuşkusuz bu konu üzerine binlerce eleştiri ve makale yazılmıştır. Toplumsal olaylar anlatılırken kullanılan dil, oradaki tip’ ler ve durum… Hemen burada Hilmi Yavuz’ un; sosyalist gerçekçi yazında ”…tip’lerin değil, durum’ların öne çıkması” saptamasına değinelim. Oysa yaygın kanı romanda tip’lerin yaratılması, bireylerin iç dünyasının ortaya dökülmesi yönündedir. Ancak sosyalist sanat birey’ le beraber durum’ ları, toplumsal olayları birlikte ele alıyor, bireye odaklanmıyor.
***
Ne zaman sosyalist sanat anlayışıyla yazılmış bir roman okusam içimde kuşku bulutları dolaşır, şematik bir kurgu mu var, ya da salt bir siyasal tarih mantığı mı hakim kılınmış diye. Çünkü edebiyatın büyük bir bölümü toplumsal olayları gördüğünde yazılanları baştan yok sayıyor. Eleştiri süzgecinden geçirmeye bile mahal vermek istemiyor. Doğru olan ise edebiyatın penceresinden bakıp, ona göre yargıda bulunmaktır. Çünkü ülkemiz zorlu süreçlerden geçti, toplumsal olaylar bakımından zengin bir birikime kavuştu.
Elbette, amacımız bir tartışma açmak değil, belki benim söylediklerim binlerce kez söylenmiş gerçekler. Ama olsun, bir kez daha hatırlamakta fayda var. Ben bu düşünceler içinde Aydemir Çimen’ nin romanını zevkle okudum. Okurken kendim de o günlerde yaşamış biri olarak bir siyasal tarih gibi de algıladım. Ama aynı zamanda okuduğum bir edebi romandı. Birileri elbette bu mücadeleleri yazacak, o olayları estetik bir yaratımla eserlerine taşıyacak… Aydemir Çimen onlardan biri bence…
[1] Aydemir Çimen, Falamingolar Döndü mü, Klaros Yayınları, 2021, Ankara
Aydemir Çimen’in anlatımındaki yalın estetiği çok beğeniyorum. Bunun sebebi anlatımına yer verdiği tüm olaylara taraf olması olabilir. O ya da bu şekilde okuyucuya bu hissiyatı verebilmek çok önemli. Eserlerini, ilgili döneme, kahramanların ilgili karakterlerine ve ilgili coğrafyaya bir armağan olarak değerlendiriyorum.