- Türk Telekom Telekomünikasyon Müzesi - 27 Ekim 2023
- Kars, Zamanı Yitik Şehir - 25 Eylül 2023
- Çeşnigir Kanyonu ve Köprüsü - 19 Aralık 2022
“Sadece kendini aşmaya çalış.”
Cal Newport
Gelişen teknoloji ile kimimiz bir enformasyon rüyası yaşıyor, kimimiz de değişen toplumsal düzen içinde kendine ve diğer bireylere yabancılaşıyor. Günümüzde geleneklerin, adetlerin, sınıfsal farklılıkların, inançların ve yaşam kültürünün yeni normlarla kuşatıldığını görüyoruz. Görüntüler yoluyla sergilenen herhangi bir an, bir yönüyle sosyal, toplumsal ve psikolojik gerçekleri su yüzeyine çıkarır. Fotoğraflar yaşam hakkındaki düzenleyici çabaların bir aracı olmuştur artık. Görüntüleme araçları o kadar çok çeşitlenmiş ve farklı yeteneklerle donatılmıştır ki fetiş bir aygıt haline gelmiştir.
Dijital Minimalizm’de “Arayüz, iki dünya arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmayı kolaylaştıran müthiş geçişlerdir” der, Cal Newport. Kullanıcı, bilgisayarı veya interneti kullanırken imge araçları kullanır. Yeni medya fotoğrafları da bu arayüzler gibidir. Bizi sanal gerçekliğe yönlendirir. Sosyal medya, zihinlerin inşasının kaynağıdır. Fiziksel ve psikolojik kusurlar devreye girdiğinde gerçeği kolaylıkla manipüle edebilir. Kameranın ucundaki veya uygulamanın içindeki filtre ile beyin afallar. Bir değirmendir bu dünya diyor, Cahit Zarifoğlu. Afallamadan önce dönüp duran değirmen taşının altına bir bakmak gerekir. “Bakın yörenize! / Ne onlar? Çeşit çeşit filtreler/ De ki fitneler. Hizipler / Herkesin elinde birkaç tane. / İster tokuştur ister değiş tokuş yap. / Fakat her şeye rağmen filtrelerin çalışmadığı bir alan olmalı.”
Kadınlarda “Güzellik Miti”nin Kaynağı
Fotoğraf ânın özelliklerini yansıtmakla yetinmeli. Gelişmiş dijital kameralarda, aydınlık oda uygulamaları bazı olanaklar sunuyor bize. Kırpma, parlaklık, kontrast gibi uygulamalar fotoğrafçılıkta kabul edilebilir şeyler. Ama sınırsız olanaklar gerçeklikten uzaklaştırıyor. Aşırı müdahale kişisel tavrın bir fantezi, illüzyon olarak algılanmasına neden oluyor. Endüstri ile medyanın güçlü işbirliği sayesinde kadınlar filtrelere bağımlı oldular. Güzellik, iyi bir eş seçiminin ardından para ve statüyü getireceğini düşünenler için takas aracı haline geldi. Türkiye’nin 33 ilinde yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre en çok kullanılan sosyal medya platformunun Instagram olduğu tespit edilmiş. Araştırma sonucu elde edilen veriler ve sonuçlar şu şekilde sıralanmış. “10 kadından 9’u Instagram’da kendi fotoğraflarını paylaşıyor ve bunların yaklaşık yüzde 30’u haftada en az 1 kez paylaşım yapıyor. Bu paylaşımları yaparken ise filtrelerin arkasına saklandıklarını söyleyebiliriz. Her 5 kadından 3’ü filtre kullanmadan fotoğraf paylaşamıyor. Beyaz yakalı ve 25-40 yaş arasında genç kadınlarda filtre kullanım oranı daha fazla, çünkü kendilerini ‘en iyi hallerini göstermek zorunda’ hissediyor. Filtre kullanan kadınların yüzde 50’si ise daha iyi görünen bir cilt beklentisi içinde. Çünkü filtresiz fotoğraflarda kendilerini yorgun ve bakımsız buluyorlar. Bu nedenle kadınların yüzde 48’i ciltlerini daha pürüzsüz göstermek için, yüzde 42’si daha canlı bir cilt için ve yüzde 36’sı daha güzel görünmek için filtre kullanıyor”
“Ressamlar kadınları hep olduklarından daha güzel çizerler, yoksa müşteri bulamazlar.
Fotoğraf çeken makineyi kim bulduysa tutmayacağını bilmesi gerekirdi: Makine gereğinden çok doğruyu söylüyor çünkü” diyen Charles Dickens bugünü öngörebilseydi sözünü geri alırdı. Kendi görüntüsünü veya kendinin de içinde olduğu görüntüyü sosyal medyada paylaşmadan önce fotoğraf üzerinde değişiklik ve düzeltme ihtiyacını tetikleyen nedir? Yüz yumuşatma filtreleri ile yüz hatlarını tamamen yok etmek, photoshopla daha zayıf görünmek, cilt ve hatta göz rengini değiştirmek; kişinin kendine olan güvensizliğini ortaya koyan davranışlardır. Filtre kullanımının, kendine güvensizliğin yanı sıra depresif ve nevrotik rahatsızlıklarında belirtisi olduğunu söylüyor bilim insanları. Hâl böyle olunca korkutucu bir durum ortaya çıkıyor. Bireyin gerçekle bağının giderek koptuğunu, kurgusal “kendi” ile bir bağ kurduğunu görüyoruz. Instagram’da ve diğer sosyal medya araçlarında beğeni sayısı, onaylanmak olarak algılanıyor ve insanları filtrelere bağımlı hale getiriyor. Oysaki samimi fotoğraflar birbirine benzeyen yüzlerce fotoğraftan daha iyi görünüyor.
“nedense çıkmıyormuş / bizim fotoğrafların arabı / filtreler okumuyormuş / tersi ile yüzünü / hadi bir anlaşma yapalım seninle / biz beyazlarımızı giyelim / sen bize kendini göster / bakalım nasıl oluyor / bir tek renkte arabıyla buluşma” (Murathan Mungan)
Doğa Fotoğrafçılığında Etik Değerler
Zaman zaman yaşadığımız şehirlerin hengâmesinden bunalıp kendimizi doğanın kucağına bırakırız. Doğada güzellikleri yaşarken bunları fotoğraflamak isteriz ve görüntü avına çıkarız. Kültürel yozlaşma burada da karşımıza çıkmaktadır. Gördüğü güzel ve nadide bir çiçeği benden başkası çekmesin, diye üzerine basıp ezen fotoğrafçılar olduğunu duymuşsunuzdur. Doğa fotoğrafçılığı aynı zamanda belgesel fotoğrafçılıktır. Etik değerlere sadık kalınmalıdır ki doğayı fotoğraflarken, fotoğrafçı hırslarına kapılmasın ve doğayı tahrip etmesin. Edward L Snow, “Natural History Photography” kitabında doğa fotoğraflarının içermesi gereken unsurlar ve etik değerleri sıralanmış. Bunlardan en önemlileri; renkli filtre kullanımı ile görüntünün doğal olmayan bir şekilde boyanmamasıdır. Doğanın çekim sırasında insan eliyle şekilsel değişikliğe uğratılmaması ve tahrip edilmemesi gerekir. Bazı fotoğrafik teknikler kullanılarak doğanın çıplak varlığı değiştirilmemelidir. Doğadaki canlılar rahatsız edilmemelidir. Orijinal görüntünün içeriği değiştirilmeden yapılacak müdahaleler sınırlıdır. Doğal görüntüyü bozmayan HDR, odaklama teknikleri, bölgesel ışık düzeltmeleri, çizik gibi düzeltmeler ve renkli fotoğrafların siyah beyaza dönüştürülmeleri kabul ediliyor. Sözün kısası, doğa fotoğrafları doğada çekilmeli, anonim sözler yol göstericimiz olmalıdır. “Ayak izinden başka bir şey bırakma!.. Anılardan başka bir şey götürme!.. Zamandan başka bir şey öldürme!.. Görüntüden başka bir şey alma!..”