2012 Mart başları… Washington DC banliyölerinden birindeyiz, Maryland’te. Küçük oğlumun Amerikalı dostu Shannon F. ile benim çat-pat İngilizcem ile konuşuyorduk. Shannon, bir ara Dünya’nın ABD’ye ihtiyacı olduğunu söyleyince tepem hafiften attı. Bana kalırsa sizin ihtiyacınız var, dedim. Irak’ta öldürdüğünüz çocukların size ihtiyaçları yoktu ama sizin Irak’taki enerji kaynaklarına vardı. Hakeza Libya’daki halkın, çok önceleri de Viet-Nam’ın, Laos’un, Kamboçya’nın…
Tıpkı Almanlar gibi, sıkışınca tepkileri aynı oluyor: Kolunu şöyle bir savurdu, mırıltıyla, “O kadarını bilmem, ben coğrafyacıyım” dedi. Tartışma burada bitti.
*
Tıpkı Almanlar gibi, dedim. Almanya’da tanık olmuştum: Türklerin de çalıştığı bir fırında Alman bir kamyon sürücüsü kamyonundan hışımla atlayıp sundurmanın altında “siesta” yapan diğer Alman arkadaşına bağırdı, çağırdı, öfkeyle bir araba dolusu laf etti, sonra çekip gitti. Şezlongunda oturan Alman, kılını bile kıpırdatmadı. Sürücü arkadaşı çekip gittikten sonra neden karşılık vermediğini sordum. O da kolunu şöyle bir savurdu, boş ver, dedi, anlaşılan bugün biraz sinirli, geçer.
*
Akşamları iş çıkışı bir Polonyalı ile Yunan’ın çalıştırdığı mekâna takılıp iki bira içiyor, kafamı dinliyordum. Almanlar, birkaç akşam sonra beni sorup soruşturmuşlar, Türk öğretmeni olduğuma inanmamışlar. Eve gidip pasaportumu aldım, gösterdim, o zaman çok şaşırdılar. Benim nasıl olup da bira, konyak, cin vs içtiğime çok şaşırmışlar; onlar söyledi. Çünkü efendim, benden önce gelenler… Malum!
Neyse, bunlardan biriyle sohbet ederken konu siyasete gelip çattı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini -deyim yerindeyse- yerden yere vuruyordu. Ne katliam kaldı, ne soykırım, ne faşizm, ne şu, ne bu… Çok ileri gidince ben de ona “Uzağa gitmeyin, biz de Alman faşizminin kaç milyon insanın ölmesine yol açtığını biliyoruz, daha dün gibi!” deyince dayanamadı, masadan kalkıp gitti.
*
Geçenlerde ‘sosyal medya’da rastladım. Kadın yazarlardan biri sevindirik olmuş. Neden? Efendim, kitabının ikinci basımı yapılmış. “Sevgili editörüm Filan’a, yayınevi çalışanları ailesine, şunlara, bunlara binlerce teşekkür” diyor alt yazısında.
Hiçbir anlam veremedim tabii. Bir yazarın kitabı basım üstüne basım yapıyorsa bunun “müsebbibi” özellikle editör(ler) midir? Ya da hemen altında çalışan diğerleri mi? Aslında teşekkürü yazarın değil de yayınevi çalışanlarının yapması gerekmez mi?
Bu konuda daha birçok şey söylerim de… Ayıp olacak, o yüzden pas geçiyorum.