Yaşadığımız ilk sosyal ortam, duygularımızın oluştuğu ilk sosyal yapı ailedir. Aile içindeki yaşamda, kendimizle ilgili fikirlerimizi ve ailedeki diğer bireyler hakkında verdiğimiz duygusal tepkileri ve bu duygusal tepkileri nasıl ifade edebileceğimizi, düşüncelerimizi nasıl yöneteceğimizi öğreniriz. Duyguların öğrenildiği ve öğrenilen bu duyguların nasıl ifade edilebileceğinin de öğrenildiği aile ortamında, çocuklara nasıl düşünecekleri ve nasıl davranacakları doğrudan öğretilmez. Daha çok ebeveynlerin birbirlerine yönelik davranışları ve aralarındaki duygusal iletişim buna rol model oluşturur. Eşlerin çocuklarına yansıttıkları duygular, gösterdikleri davranışlar, çocukların duygusal yaşamlarının genel bir çerçevesini oluşturur.
DeBaryshe ve Fryxell (2004) de, davranış stratejileri ve duyguları etkili bir biçimde ifade etme ve yine onlarla etkili bir biçimde baş etme gibi önemli stratejilerin geliştirilmesinde, aile üyelerinin çocuk için çok önemli bir model olduğunu ifade etmektedirler. Bilinmektedir ki ilk aylardan itibaren (3-8 aylar arasında) bebekler duygularla ilgili pek çok şeyi kendiliğinden öğrenirler.
Bebeğe karşı annenin vereceği duygusal tepkiler çok önemlidir.
Çocuklar 3 yaş dolaylarında isteklerini ifade etmek için dilin etkili bir araç olduğunu fark ederler. Bebeklerin de çocukların da öğrenme sürecine bakıldığında, taklit davranışlarının çok etkili olduğu görülür. Bu bağlamda çocuk, aile içinde yaşanan öfke ve saldırganlık içeren davranışları da taklit yoluyla öğrenmektedir. Çocuklar şiddete ya kendileri doğrudan maruz kalmakta ya da aile içinde ortaya çıkan şiddet içeren davranışlara tanık olmaktadırlar.
Aile içi şiddet uygulayanların büyük bölümünün, kendisi doğrudan şiddet gören çocuklar arasından değil, ana babaları arasındaki şiddete tanık olanlardan çıktığı yönünde görüşlerin olmasına karşın (Vahip, 2002), çocuklukta şiddet içeren davranışlara maruz kalan bireylerin yetişkinlikte ciddi davranış bozuklukları gösterdikleri de görülmektedir. Bu bireylerin aynı zamanda kendi çocuklarına daha çok öfke ve saldırganlık içeren davranışlar gösterdikleri ortaya çıkmaktadır (Frias-Armenta, 2002; Dilillo, Tremblay, Paterson, 2000).
Çocuklar için aile içindeki rol modeller ilerleyen yaşlar için kendilerinin alt yapısını oluşturmaktadır. Çocuk için özdeşim rolü kimse, o kişinin davranış kalıpları çocukta yerleşmeye başlar. Örneğin baba, aile içinden bir başkasına tekrarlayan bir sistematikte şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir.
Literatürde, aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olmuş olan çocuklara “sessiz”,” unutulmuş” ya da “görünmez” kurbanlar adı verilmektedir.
Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanma kategorisi içinde düşünülmektedirler. Çünkü bu çocuklar doğrudan öfke ve saldırganlık yaşamasalar da diğer, kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı tür davranış özelliklerini göstermektedirler. Eğer anne, aile içinde öfke ve saldırganlığa maruz kalıyorsa çocuğun yıpranması, örselenmesi annenin şiddete maruz kalması bittikten sonra da sürmektedir.
Yaşları kaç olursa olsun, bu çocuklar yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş annelerinin bakımını da üstlenmek zorunda kalabilmektedirler. Bu noktada söz konusu çocuklar, yalnızca, annenin fiziksel bakımını kısmi olarak üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin yeterli annelik yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı kalmamaktadır. Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarda psikiyatrik bozukluklar bulunur ve en basitinden depresyon oranı oldukça yüksektir. Çocuk da ister istemez içinde bulunduğu ortamın havasındaki bu çökkünlük duygularını içselleştirir. Çökkün bir anneden ayrılmak ya da birleşmek çocuk için iki ayrı psikolojik zorluk taşır. Birincisi, annesiyle iletişimi anlamında yeterli doyuma ulaşamayan çocuk tam olarak ne beklediğini bilemeden annesine yapışır. İkincisi ise çökkün bir anneyi kendi haline bırakıp da yoluna gitmek istediğinde duyulan suçluluk duygusu.
Aile içi şiddetin sessiz tanığı olan çocuk, yaşı ve fiziksel yetkinliği ne olursa olsun bir anlamda annesine annelik yapma zorunluluğu duyacaktır.
Sonuç olarak, rollerin değiştiği bu ilişki sağlıksız bir ilişkidir. Unutulmamalıdır ki her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görme (koruyan, destekleyen, sahiplenen) ve o şekilde özdeşim yapma gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku ve öfke kaynağı olmasının yanı sıra tutarsız ve güvenilmez biri haline gelir. Baba, anneye eş olan destek olan değil, onu aşağılayan hor gören biri konumundadır. Çocuk için bir diğer algılama güçlüğü, şiddet uygulayan baba simgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba simgesi arasındaki gidiş gelişlere, değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür. Çocuk duygusal strese girebilir. Bu çocukların normal yaşamdaki iletişimlerinde saldırganca bir tutum izledikleri ve kendilerini sosyal ve duygusal yönden saklama, yalıtma davranışları sergiledikleri gözlenebilir.
Anlaşıldığı gibi çocukların, gerek anne baba arasında ortaya çıkan öfke ve saldırganlığa tanık olmaları sonucunda ya da aile içerisinde öfke ve saldırganlığa doğrudan maruz kalmaları sebebiyle örselenmeleri durumunda, gerekse ebeveynlerin öfke ve saldırganlık nedeniyle boşanmaya karar vermeleri durumunda ortaya çıkan olumsuzluklardan doğrudan etkilendikleri söylenebilir. Bu olumsuzlukların büyük oranda çocuğun ihmal ve istismarıyla sonuçlandığı görülecektir. Bu nedenle aile içerisinde öfke ve saldırganlık sonucunda ortaya çıkan çocuk ihmali ve istismarı ayrı bir başlık olarak incelenecektir.
Serhan SÖZDİNLER
KAYNAKÇA
DeBaryshe, B. ve Fryxell, D. (2004). A developmental perspective on anger:
Family and peer contexts. Psychology in the school Vol 35, 205-216.
Frias-Armenta, M. (2002). Longterm effects of child punishment on mexican
women: A structural model. Child abuse & Neplect. Vol. 26, (4), 371-
386.
Vahip, I.(2002). Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: Farklı bir açıdan bakış.
Türk psikiyatri dergisi, 13 (4), 312-319.