Politika
Günümüzde çarpıtılmaya en elverişli kavramlardan biri haline gelen politika, Aristoteles’in Politika kitabında sözünü ettiği şehirlerin yönetilmesi için belirlenmiş kurallardır. Bu gün için politika ya da siyaset kavramından anladığımız şey, yönetme sanatı olmalıdır. Çünkü ilk zamanlardaki kullanımıyla politika sadece devlet yönetme sanatı olarak değil; kurumlar, süreçler ve olguların yönetimi olarak da pratik kazanmaktadır. Sadece devlet yönetimlerinin değil kurumların da şirket politikası, şirketin ücret politikası, sağlık politikası gibi çerçevesi belirlenen politikaları vardır.
Yukarıda yapmaya çalıştığımız kısa tanımlardan anlaşılacağı üzere politika, yerel ya da evrensel yönetim erkleri tarafından geliştirilir ve muhatapların kullanımına sunulmaktadır. Böylece politika, geliştirilme amacına uygun bir yönetme ve tahakküm etme sistemine dönüşür. İrili ufaklı yönetim erklerinin dışında bir de küresel politikalar ve güçler bulunur. Yaşamın tüm alanlarına tahakküm eden, tüm insanlığı kontrol etmeyi hedefleyen politikaları mevcuttur.
Politika ya da siyasetin hedef tahtasına oturtulmasının en önemli nedeni politikacıların, yönetilenler açısından tutarsız görülen davranışları olabilir. Ancak politikacı olarak adlandırılsalar da işlevleri açsından politikacı olmayanlar çoğunluktadır. Söz konusu kişiler politika geliştirmek bir tarafa, mevcut politikalara bile uzak konum ve tutum sergileyebilmektedirler. Böylece sadık kaldıkları politikalar karşısında düştükleri açmazların farkına bile varmazlar. Bu durum da başlı başına politik bir süreçtir.
Küresel politikalar açısından, belirleyici olan şey ekonomisi güçlü ülkeler. Çünkü gelişmişlik düzeyi sadece ekonomik göstergelerle belirlenmekte. Öte yandan geriye kalan tüm ülkeler gelişmekte olan ülkeler kategorisindendir. Bu ülkeler geri bıraktırılmış, sömürge ya da yarı sömürge ülkelerdir. Rejimleri, egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda ve yerel ölçeklidir. Yurttaşlarının sahibiymiş gibi davranırlar, öyle kabul görürler. Uluslararası ilişkilerde ise tutarsız ve ilkesizdirler. Ancak temel yaşam ihtiyaçlarını karşılama derdine düşmüş insanları yönetmek çok kolaydır. Liderleri, lider kalmak için akıl almaz politik oyunlar sergiler. Bilgi ve teknolojinin, sağlığın, adaletin olanakları onlar için sonuna kadar açık tutulur.
Tarihte hiç bir zaman siyaset dünyası bu kadar sessiz, aydınlar bu kadar takatsiz, gençler bu kadar umutsuz, sanatçılar enerjisiz olmadı. Oysa en karanlık, en sinsi, en korkunç ve en ahlaksız oyunlar bu çağda oynanıyor. Bireyin algısını yönlendiren akıllı robotlar, makine disipliniyle çalışıyor. Halklar, başlarına gelecek yeni felaketleri ucuz atlatmaya programlanmış. Kusursuz mu bu hamleler?.. Değil! İnsanlık zaten nicedir sürüler halinde, kendi ‘benci’ duygularına koşuşturuyor. Kim ne kaparsa…
Birey
Tüm zamanların en prestijli değeri bilgi. Şimdilerde insani olmaktan çok vahşi bir yararcılığın payandası… Her şey “Bunu öğreniyorum ama ne işime yarayacak?” sorusuna verilecek yanıtta aranıyor. Eğitimin, üniversiteye gitmenin faydalarından bahseden öğretmene; ilkokul 4. sınıftaki öğrencinin maaşını sorması, sonra da “iyi de babam sizin bir ayda aldığınız maaşı bir saatte alıyor öğretmenim.” demesi ‘hayatın gerçekleri’ olarak kabul ediliyor. İşte iki kutuplu dünyadan, tek dünyaya dönüşün zafer sarhoşlarının eseri bu.
O yıllarda birey yaratma, bağımsız, özgün, kısacası tanımına uygun kişiler hedefi muhteşem bir fikir olarak yaygınlaştı. Herkesin üşüştüğü bireycilik, global oyuna dönüştü. ‘Gerçek birey’, sağlam bir hikaye olarak insanlığın elit kısmının yakasına yapıştı. En çok bağıran, en çok duyuran’ kesim oldu. Gerçek birey mi? ‘Dinle Küçük Adam’ adıyla çevrilmiş kitaplara herkesten önce koşan şaşkın insanlardan bahsediyoruz. Ne bireyi, ne gerçeği?..
Asıl sorun birey değil de kopyasındadır.
Karmaşa
Ülkemiz bir karmaşa yaşıyor, doğru. Kimin neyi nasıl ve niçin anlattığı, ne kadarını söylediği, doğruluğu bir tarafa toplumsal eğilim sıradanlıktan hareketli olana evriliyor. Pandemi sürecindeki statik toplumsal tavır, rüzgarın etkisiyle oluşacak harekete bile razı. Bu bir yaşamsal refleks belirtisi, bir devinim özlemi, bir evrim süreci. Nasıl gelişir, nerede hızlanır bilemeyiz?
Derken ülkemizi derinden sarsan deprem, hiçbir şeyin asla eskisi gibi olamayacağı gerçeğini haykırıyor. Acılar üstü, tarifsiz bir felaket sonucunda yitirdiğimiz insanlar için herkes; mental, sosyal, felsefi ve ahlaki vicdanları ölçüsünde büyük bir karmaşa yaşıyor.
Kitap
Kitap okuma oranlarıyla ilgili veriler iç açıcı değil. İhtiyaçların dizilişindeki bilindik yeri, dijitalleşme, yabancılaşma, yükselen değerler ve daha bir çok nedenin yanında “okunur” kitaplar yazılmaması bir neden bile değil. Keşke böyle olsaydı da okurun aldığı tavır karşılığında yazar ayağa kalksaydı.
Her şey bitti, ah neler oluyor neler, kimse okumuyor, kimse yazmıyor diyecek durumda değiliz. Henüz o kadar kötü değil hiç bir şey. En azından sanat edebiyat cephesinde. Sosyal medyadaki “kitap okuma grupları” azımsanmayacak kadar çok. Şaşırtıcı okuma listeleri oluşturuyorlar. Her ne kadar doğru bulmasam da indirilebilir e-kitaplar paylaşılıyor.
Pazar günü LGS’de görevliydim. Gözetmen arkadaş Edebiyat öğretmeniydi, iki oturum arasında sohbet ettik. İlgi alanı Halk edebiyatıymış. Yunus Emre’den, Pir Sultan’dan, Karacoğlan’dan dizeler okuduk. Afgan Yazar Halit Hüseyin’den konuştuk. Batı ve Doğu edebiyatçılarının kendi tarih ve kültürlerini yansıtış biçimleriyle ilgili fikir paylaşımında bulunduk.
İkinci oturuma girişte, kapıdaki görevli genç iki polisin de kitap okuduğunu gördüm. Erkek olan Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunları’nı okuyordu. Kadın polis de bestseller, kalınca renkli kapaklı bir kitap…