- Yaşar Kemal’li Anılar - 12 Şubat 2023
- ÖLÜMÜ BEKLERKEN… - 19 Temmuz 2021
- BİTMEMİŞ BİR DAVA: SİVAS KIYIMI - 5 Temmuz 2021
8 Mayıs 2003 tarihinde “dağ” gibi bir adamı yitirdik: İzzet Gündağ Kayaoğlu… Anadolu Sanat Yayınları Yönetmeni, araştırmacı-yazar, sahaf ve bakırcı… Ama bu klasik kartvizit bilgileri onu tanımlamaya yetmez. Gerçekten de “dağ” gibi, “kaya” gibi bir kültür adamıydı o. Bir kültür şövalyesiydi. Yitirmekte olduğumuz tarihsel değerlerin, sanatsal güzelliklerin ardına düşmüştü. Kitaba ve bakıra gönül vermişti. Bakırın ve selülozun kokusunu hiçbir şeye değişmezdi! Tutkularından biri de Karadeniz’di. Gelibolu doğumluydu ama o kendisini hep “Trabzonlu” olarak görürdü. Ne de olsa o yörenin yetiştirdiği özgün sanatçılardan Maçkalı ozan Ömer Kayaoğlu’nun çocuğuydu…
Yalnız fiziğiyle değil, ahlakıyla, yüreğiyle, beyniyle de çok güzel bir insandı… Sürekli olarak dostlarının sorunlarıyla ilgilenir; onların göz ardı edilmiş, görmezlikten gelinmiş emeklerini gün ışığına çıkarmak için çırpınır dururdu. Dünyaya bir yalvaç iyimserliğiyle bakar, bilge kişiliğinin yansıttığı yapıcı enerjiyle çevresine ışık ve umut saçardı. Yüzü hep gülerdi. Ölümcül sayrılığın vücudunu sardığı günlerde bile yitirmedi bu sıcak gülüşünü. Kendi kozasını sabırla, sevgiyle ördü. Toplumsal sorumluluklarının bilincindeydi. Gösterişten uzak yaşadı. İnce bir beğenisi vardı. İşinde hep niteliğe, uzmanlığa önem verdi. Yaratıcı düşüncenin yanında oldu, emeği ve insanlık değerlerini savundu…
İleriye dönük daha nice güzel tasarı vardı kafasında. Henüz 58 yaşındayken, ölüm çekip aldı onu aramızdan… Ne büyük haksızlık!
Gündağ’ın cenazesi, 10 Mayıs 2003 tarihinde Karacaahmet’teki Aile Gömütlüğü’nde toprağa verildi. Onu son yolculuğuna uğurlamaya gidenler arasında Yaşar Kemal, Hilmi Yavuz, Tarık Dursun K., Eray Canberk, Ali Özgentürk gibi sanat ve yazın dünyasının pek çok önemli siması vardı. Cenazedeki bu geniş ve renkli katılım bile Gündağ Kayaoğlu’nun kültür yaşamımızdaki ağırlığını göstermeye yeterdi.
Bu yazıda Gündağ’ı tüm yönleriyle anlatmam olanaklı değil. Daha çok bir uğurlama-selamlama bağlamında olacak dağınık satırlarım. Mektup ve iletilerimizden yola çıkarak Gündağ’la yarı-belgesel bir yolculuğa çıkmak istiyorum…
Ama son sözümü başta söyleyeyim:
Onu geç tanıdım, erken yitirdim. En çok da buna yanarım…
MEKTUPLA BAŞLAYAN BİR DOSTLUK
Gündağ’ın adını hep duyardım. Ancak ayrı kentlerde oturduğumuz için bir türlü karşılaşamamıştık. Sayrı olduğunu öğrenince, 27 Ekim 2000 tarihinde kendisine aşağıdaki mektubu gönderdim:
“Sevgili İ. Gündağ Kayaoğlu,
Adınızı Ahmet Özer’den, Bilgin Aygül’den, Öner Ciravoğlu’ndan çok sık duyduğum halde bugüne değin sizinle tanışma olanağını bulamadım. Bu, benim açımdan önemli bir eksiklik. Umarım TAMEV’in (*) bir etkinliğinde ilk fırsatta bir araya geliriz.
Sağlıkla ilgili kimi sorunlar yaşadığınızı biliyorum. Son günlerde iyi haberler aldım arkadaşlardan. Sağlığınıza bir an önce kavuşmanızı yürekten diliyorum.
İlhan Demiraslan’ın yıllardır bekleyen Acının Uçları adlı dosyasını kitaplaştırarak hepimizi çok mutlu ettiniz. Öner Ciravoğlu, bu kitabın macerasını anlatmıştı bana. Demiraslan gibi kendini kanıtlamış bir ozanın, uzun yıllar kitabını basacak bir yayıncı bulamaması ne acı! İyi ki Anadolu Sanat Yayınları varmış diyorum. Siz bir hemşeri olarak el vermeseydiniz kimbilir daha kaç yıl basılmayı bekleyecekti bu kitap!
Kıyı’nın Kasım 2000 sayısındaki yazımı İlhan Demiraslan‘a ayırdım. Aralık sayısında ise ağırlıklı olarak Acının Uçları’ndan söz edeceğim.
Sevgili Kayaoğlu,
Anadolu Sanat Yayınları’nın bende çoğu yok. Ankara’da pek bulunmuyor kitaplarınız. Yayınlarınızın bir kataloğunu bana gönderebilirseniz sevinirim. İlgi alanıma girenleri edinmek istiyorum.
Sizi sevgiyle kucaklıyor, sevgili babanız Ömer Kayaoğlu’na da selam ve saygılarımı iletiyorum.
Dostlukla…
Attila Aşut”
* * *
Bir süre sonra Gündağ’dan kısa bir yanıt geldi:
“Yayınlarımızı Yurtiçi Kargo ile gönderdim. Gönderme parası ödenmiştir. Siz yalnızca teslim alacaksınız.
Selamlar.
Gündağ Kayaoğlu”
Sevgili Gündağ, yayınevinin tüm kitaplarını koca bir kutu içinde adresime göndermiş, üstelik kargo parasını da kendisi ödemişti! Böylesine gani gönüllü bir adamdı… 19 Ocak 2001 tarihinde günlüğüme şu notu düşmüşüm:
“Yurtiçi Kargo’dan beklediğim koli, saat 15.00’te geldi. Büyük bir özenle hazırlanmış kolinin içinden yepyeni dünyalar çıktı! Nasıl sevindim, anlatamam! İ. Gündağ Kayaoğlu’nun Anadolu Sanat Yayınları’ndan haberim vardı ama bu kadar çok ve böylesine güzel kitaplar çıkardığını bilmiyordum doğrusu. Bu değerli hemşerimin gösterişsiz emeği karşısında utandım! Gerek içerikleri gerek özenli baskılarıyla çok sevdim Anadolu Sanat Yayınları’nı. Üstelik İsmet Zeki Eyuboğlu, Mustafa Duman, Ahmet Özer, Kenan Sarıalioğlu, İlhan Demiraslan gibi dostlarımın nicedir aradığım kitaplarına bir çırpıda kavuşmak, sevincimi katladı. Mutluyum. Çünkü kitaplığımın ’Karadeniz’ bölümü artık daha zengin…”
Gündağ’ın beni çok mutlu eden bir başka davranışı ise şiir kitabımı okuduktan sonra gönderdiği sıcacık mektuptu. 11 Haziran 2001 tarihli mektubunda şunları yazmıştı sevgili dostum:
“Acının Külrengi adlı şiir kitabınızı aldım. Zevkle, hüzünle, sevinçle okudum. Candan gönülden kutluyorum. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti ve Yaralı Şiir’e vuruldum. Hepsi çok güzel. Acının rengiyle şiirin rengini birbiri içinden geçirip bir gökkuşağı yapmışsınız. Tekrar kutluyorum. Sevgiler.”
İLK TANIŞMA
Gündağ Kayaoğlu ile ilk kez yüz yüze gelme sevincini ise ancak 22 Nisan 2002 tarihinde İstanbul’da yaşayabildim. Öner Ciravoğlu arkadaşım, o gün beni Anadolu Sanat Yayınları’nın Galatasaray’daki yönetim yerine götürdü. Gündağ’ın bürosu, Balıkpazarı girişindeki Ali Han’ın beşinci katındaydı. Çok sıcak bir karşılaşma oldu. Birbirini kırk yıldır uzaktan tanıyıp izleyen iki hemşeri olarak özlemle kucaklaştık. Gündağ, söyleşimiz boyunca sağlık konusuna hiç girmedi; uzun uzun ve de coşkuyla yeni yayın tasarılarından söz etti. Gündağ’ın bu diri ve sağlıklı görünümü beni iyice umutlandırdı, sayrılığı kesin olarak yendiğini düşündüm. Ertesi gün TAMEV Yönetim Kurulu toplantısında yeniden buluştuk. Mimar Mustafa K. Duman’ın Feneryolu’ndaki bürosunda yapılan toplantıya Vakıf Başkanı Necmettin Karaduman’ın yanı sıra Yönetim Kurulu üyeleri Mustafa Kemal Sayıl, Bülent Baş, İ. Gündağ Kayaoğlu, Öner Ciravoğlu, Bilgin Aygül ve kırk yıldır görmediğim sevgili arkadaşım, halkbilim araştırmacısı Dr. Mustafa Duman da katılmıştı. Trabzon’umuzun bu renkli figürleriyle o gün bir arada çok keyifli saatler geçirdim…
Ankara’ya döndükten sonra Gündağ’la haberleşmemiz zaman zaman kesintiye uğradı. Çünkü sevgili dostumuz, son aylarda elektronik postalara yanıt veremez olmuştu. Sayrılıktan kaynaklanan kısmi felç durumunun bilgisayar kullanmasını güçleştirdiğini kestirebiliyordum. Sol kolu iyice işlevsiz kalmıştı. Bu durumda bile dostlarının her türlü işine koşmaktan kendini alamıyordu. Eylül 2002’de İsmet Zeki Eyuboğlu ağabeyimiz caddede yürürken düşüp beyin kanaması geçirince, kendi sağlık sorunlarını unutup Eyuboğlu’nun yardımına ilk koşanlardan biri yine o olmuştu. Çapa Tıp Fakültesi’ndeki bu uzun ve kaygılı bekleyiş döneminde İsmet Zeki’nin sağlık durumundaki gelişmeleri ben hep Gündağ dostumuzun aracılığıyla öğrenebildim.
”HEMŞERİMİZ AĞAÇLAR”
Gündağ, babası Ömer Kayaoğlu için bir “Armağan Kitap” hazırlığındaydı. Yazılar büyük ölçüde toplanmış; dosya, baskı aşamasına gelmişti. Benden de bir şeyler yazmamı istemişti kitap için. Ancak Ömer amcayı tanıyamamış olmam yüzünden hep ayak sürüyordum. Bu konudaki sıkıntımı anlatmak için 21 Kasım 2001 tarihinde Gündağ’a şu mektubu gönderdim:
“Sevgili Gündağ,
Ekim ayının ikinci yarısında Trabzon’daydım. Bu arada Bekir Gerçek‘le de görüştüm. Sık sık sizin ve Ömer amcanın kulaklarını çınlattık. Ömer amca da mutlaka bizim sesimizi ve kendisine beslediğimiz iyi duyguları bir biçimde işitmiş, duyumsamıştır diye düşünüyorum. Bekir bana, babanız için yazdığı yazıyı okudu. Çok duygulandım. Bekir, yıllık Trabzon dergisinin 1988 sayısında, ‘Hemşerimiz Ağaçlar’ başlıklı bir yazı yazmıştı. Biliyorsun, ben de bu derginin editörleri arasındayım. Yazının başlığı, babanızın ilgisini çekmiş. Ömer Kayaoğlu, bir gün Tünel’deki dükkânınızda Bekir Gerçek’le karşılaşınca, bu yazıya gönderme yaparak, ‘Ula uşağım, hiç ağaçtan hemşeri olur mu?’ diye sormuş. Bekir şaşkınlıkla ne diyeceğini düşünürken, Ömer amca, kendine özgü o sıcak üslubuyla sürdürmüş sözünü: ‘Ula, ben kırk yıldır şiir yazarım. Bir yazı başlığı ile şairliği aldın elimizden!’
Bekir, o günkü sevincini, mutluluğunu anlata anlata bitiremiyor. Haksız da sayılmaz. Hep yergi ve taşlama içerikli şiirleriyle tanınan Ömer amcadan böyle bir övgü almak az şey mi?
Ne yazık ki ben bu konuda Bekir kadar şanslı değilim. Çünkü babanızla hiç karşılaşmadım, onunla bir kez olsun yüz yüze konuşamadım. Yalnızca şiirlerinden tanıyorum Ömer Kayaoğlu’nu. Hep başkalarından dinledim onu. Kendisiyle ilgili hiçbir anım yok. Bu durumda dişe dokunur ne yazabilirim?
Yine de onu anlatan bir kitapçıkta birkaç satırım olsun istiyorum. Uygun bulursan, Ömer amcanın ölümünden sonra sana gönderdiğim iletiyle bu mektubu harmanlayıp bir kolaj yapabilirsin.
Bugün için elimden daha fazlası gelmiyor.
Anlayış göstereceğini umuyorum. Kalıcı dostlukla…
Attila Aşut”
ARDINDAN YAZILMIŞ MEKTUP
Gündağ’ın beklenmedik ölüm haberini alınca ne diyeceğimi bilemedim. Bir parçamı yitirmiş gibi oldum. Umarsız durumlarda insan mantıklı davranamıyor. O anda Gündağ’ın, kendisini ne denli sevdiğimi ve önemsediğimi bilmesini istiyordum. Bilgisayarın başına oturdum ve sanki yazdıklarımı okuyacakmış gibi, yüreğimden dökülen birkaç acılı sözcüğü onunla paylaşmak istedim. O duygu yoğunluğu içinde tuşladığım satırları hemen Gündağ’ın elektronik posta adresine gönderdim. Ne yazık ki iletim, “kutu kapalı” uyarısıyla anında geri geldi. Beni duymamıştı. Şimdi o mektubu “belge” olarak buraya alıyorum. Belki bu kez duyar sesimi:
“From: Attila Aşut<aasut@hotmail.com
To: İ. Gündağ Kayaoğlu<gundag@superonline.com
Subject: Güle güle Gündağ!
Date: 9 May 2003, 16:28
Sevgili Gündağ,
Sesimi artık duyamayacağını bile bile, yine de giderayak sana bir ‘Merhaba!’ demekten alamıyorum kendimi…
Bugün Ahmet Özer ulaştırdı kara haberi. Kolum kanadım kırıldı, içimde derin bir boşluk oluştu. Ben şimdi o boşluğun en dibindeyim… Ne denli debelensem çıkış yok! Yaralıyım, umarsızım…
Bizi öylesine inandırmıştın ki iyileşeceğine, ölümünü kabullenmek, yokluğuna alışmak şimdi çok güç geliyor.
Böyle apansız gidişinle yalnız dostlarını değil, çocukların gibi sevdiğin kitaplarını da öksüz bıraktın. İnanıyorum ki onlar da bizimle birlikte gözyaşı dökecekler ardından…
Ölümün adil olmadığını biliyorum. Ama kimi ölümlere isyan etmemek olanaksız! Şu dünyada o kadar çok ‘lüzumsuz adam’ varken piyangonun sana çıkması ne büyük haksızlık!
Güle güle güzel insan!
Seni hiç unutmayacağız…
Attila Aşut”
GÜNDAĞ’IN DÜKKÂNINDA ÖLÜM SESSİZLİĞİ
Haziran ayının ilk haftası İstanbul’daydım. Gündağ’ın ölümünden sonra ilk kez gidiyordum bu kente. Sabahleyin Haydarpaşa Garı’nda trenden inip vapurla Karaköy’e geçtim. Oradan Beyoğlu’na gitmek için Tünel’e yöneldim. Nasıl oldu bilmiyorum, sabahın köründe kendimi birden Gündağ Kayaoğlu’nun Tünel Geçidi’ndeki bakırcı dükkânının önünde buldum. Ayaklarım, bilinçsiz biçimde, kendiliğinden oraya sürüklemişti beni! İstanbul’a ayak basar basmaz ilk onun mekânına uğramak istemiştim. Bir süre vitrindeki bakır işlemelere, antikalara, eski gravürlere, haritalara baktıktan sonra içeri girdim. Dükkânda hâlâ ölüm sessizliği vardı. Ne eşi Sevim Hanımı ne Gündağ’ın sağ kolu Apo’yu (Abdurrahman Arslan) görebildim. Şirket çalışanlarından Ekrem arkadaşa kendimi tanıttım ve Kayaoğlu ailesine başsağlığı dileklerimi ileterek oradan ayrıldım…
Sevgili Gündağ’ımızı zamansız yitirmenin onulmaz acısını hâlâ aynı yakıcılıkla taşıyorum içimde. Ömer Kayaoğlu’nun ardından gelen bu büyük acıya katlanmak gerçekten çok güç. TAMEV Genel Sekreteri Mustafa K. Duman’ın dediği gibi, “Sevgili Gündağ’ımızı şimdiden özlemeye başladık.”
Gündağ’ın değerli kalıtını korumak ve onun adını yaşatmak, TAMEV’in öncelikli görevlerinden biri olmalı. Öner Ciravoğlu, Vakfın haber bülteni “Mektup”un 4. sayısının Gündağ’ın anısına adanacağını söyledi. Umarım arayı fazla açmadan çıkarırlar bu özel sayıyı. Ayrıca TAÇ Vakfı bünyesinde Gündağ Kayaoğlu üstüne çeşitli incelemelerin yer alacağı kapsamlı bir kitap hazırlığına başlandığını öğrendim. Bunlar sevindirici haberler…
Gündağ Kayaoğlu, birikimli bir kültür adamı, nitelikli bir yayıncı, kitap ve insan dostu, Trabzon sevdalısı bir kardeşimizdi. Yayımladığı birbirinden değerli kitaplar, bir kültür hazinesi olarak ortada duruyor.
Kayaoğlu ailesinin özveriyle yaşatmaya çalıştığı bu tarihsel kurumun kesintiye uğramaması için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız.
GÜNDAĞ KAYAOĞLU’NUN YAŞAMINDAN KESİTLER
-1945’te Gelibolu’da doğdu. Babası, Trabzon’un Maçka ilçesinden, asker kökenli ozan Ömer Kayaoğlu’dur. Annesi ise Yegâne Hanım’dır. Ailenin tek erkek çocuğudur.
-1963 yılında Haydarpaşa Lisesi’ni, 1969’da Galatasaray Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi.
-Okul yıllarında tiyatroyla ilgilendi.
-1962 yılından beri İstanbul’da dede mesleği olan bakırcılıkla ilgili bir şirketin (Kayaoğlu Bakırcılık A.Ş.) yöneticiliğini yürütüyordu. Bakırcılıkla ilgili ilk yazısı “Bakır İbrikler”, İngilizce olarak “Turing” dergisinde yayımlandı. Ayrıca, Sanat Tarihi Yıllığı, Türk Folklor Araştırmaları, Türk Folkloru, Arkeoloji ve Sanat, Folklor ve Etnografya Araştırmaları 1984, Halk Kültürü, Journal of Turkish Studies (USA), Antika, Türk Folkloru Belleten, Trabzon Kültür-Sanat Yıllığı, Kıyı, Tarla, Çevren (Yugoslavya), Antik-Dekor, İmage, T. İş Bankası Kültür Sanat Dergisi, Tarih ve Medeniyet, Tarih ve Toplum, İstanbul, Milliyet Sanat gibi dergi ve yıllıklarda maden sanatı, biyografi, bibliyografya ve halkbilim konularında ellinin üzerinde makalesi yayımlandı. Ana Britannica Ansiklopedisi’ndeki “Bakırcılık” maddesinin yanı sıra İstanbul Ansiklopedisi’ne de aynı konuda maddeler yazdı. Yurtiçinde ve yurtdışında Türkoloji, Halkbilim, Sanat Tarihi ve El Sanatları ile ilgili kongre, seminer ve sempozyumlara katıldı.
-1983 yılında Anadolu Sanat Yayınları’nı kurdu. Halkbilim ağırlıklı pek çok değerli araştırmayı bilim dünyamıza kazandırdı. Ayrıca ünlü filmlerin senaryolarıyla önemli yazın ürünlerini yayımladı.
-Yapı Kredi Kültür Yayınları arasında çıkan Bir Tutkudur Trabzon adlı kitabı Öner Ciravoğlu ve Cüneyt Akalın’la birlikte basıma hazırladı.
-Yine Yapı Kredi Yayınları’nın günümüz Türkçesiyle yayına hazırladığı on ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin danışmanıydı.
-1984 yılında Folklor Araştırmaları Kurumu’nun “İhsan Hınçer Türk Folkloru’na Hizmet Ödülü”ne değer görüldü.
-Birçok sosyal hizmet derneğinin yanı sıra Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği ve Tarih Vakfı’nın da üyesiydi. Ayrıca BESAM’ın (Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ve TAMEV’in (Trabzon Araştırmaları Merkezi Vakfı) kurucu üyesi ve yöneticisiydi. Görev yaptığı öteki kuruluşlardan bazıları da şunlar: TAÇ Vakfı (Türkiye Anıt-Çevre-Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) Onur Üyesi, ÇEKÜL Vakfı Yüksek Danışma Kurulu Üyesi.
(Ankara, Temmuz 2003)
______________
(*) Trabzon Araştırmaları Merkezi Vakfı