Rota : Göller ve Kurbağalar… Ankara’ ya 80 km uzaklıktaki Kurumcu Köyü’nden yürüyüşe başladık. Hava güzel, rota güzel… En çok Peri Mahmut Göleti’ni merak ediyorum. Adı beni cezbetti. Kurumcu Köyü’ ne 7 km uzaklıktaymış. Yolumuzun üzerinde üç çoban gölü vardı. Ufak ama sevimli göletler. Bozkırın ortasındaki vahalar…
Ormanların perileri vardı. Bozkırın düşleri var mı acaba? Sahi, bozkır rüya görür mü? Düşümde seni gördüm, getir şehir yükünü, ver ben taşıyayım, der mi? Bütün yüklerimi alıyor ruhumdan, hafifliyorum. Sanki doğa, “yeniden başlat” tuşuna dokunuyor. Yenileniyoruz… Yürürken kafam, ruhum bomboş oluyor. Aylak aylak, hayran hayran, ağzım bir karış açık onu seyrediyorum. Her haliyle güzel… Ağacı, taşı, suyu, rüzgarı… Bakalım beni hangi kaya, hangi ağaç çağıracak. Önceden arada sırada oluyordu ama artık her doğaya çıkışımda bir ağaç ya da kaya beni mıknatıs gibi çekiyor. Ruhumun ona değmesi gerekiyor.
Türk Halk Kültürü’nde eski mitlerden biri de ağaç ana/ata kültüyle ilgili olanlardır. Türklerin en kutsal bildikleri ağaç “kayın ağacı” ve “karaağaç” tır. Kayın ağacı, tanrıyla kulu arasında bir köprü gibi düşünülür. Altay Türkleri’ ne göre, insanlar yaratıldıkları zaman ilk Kayın Ağacı’da Umay Ana’ yla birlikte yeryüzüne inmiştir. Bu efsane Altay Türkleri arasında şöyle anlatılır.
” Yer’in göbeğinde, ilk adam olduğuna inanılan bir “Ak Genç” vardı. Yalnızlıktan canı sıkılınca doğuya doğru bir gezintiye çıkar ve aydınlık, geniş bir düzlüğe ulaşır. Bu düzlüğün ortasında büyük bir tepe ve tepenin doruğunda da büyük bir ağaç görür. Ağacın tepesi göğün yedinci katına, kökleriyse yeraltının derinliklerine uzanır. Yapraklarıyla konuşan ağaç, o anda gök sakinleriyle sohbet halindedir. Ak Genç, yalnızlıktan sıkıldığını, kendisine bir ortak bulmasını ister. Dileği kabul edilir. Ağacın yaprakları kımıldar ve Ak Genç’ in üstüne süt görünümünde bir yağmur yağar. Bu sırada, ağacın köklerinden yarı beline kadar çıplak bir kadın belirir. Kabaran göğüslerinden Ak Genç’e gençlik sütü sunar. Ak Genç ‘in gücü yüz kat artar.”
Buna benzer efsanelere Türk mitolojisinde çok rastlanır. Bunlar bir ağacın kutsal kabul edilip, bir ağaç / ata olarak saygı gösterildiği Türk dünyasının, hemen hemen her yerinde görülen ağaç kültüyle ilgili uygulamalardır.
Öğle yemeği vakti yaklaştığında Elmalı Gölü’ne varmıştık. Öyle güzel bir göl ki… Birden karşımıza çıktı. Kurbağa senfonisi karşıladı grubu. Ne kadar çoklar, öyle güçlü sesleri var ki. Hep bir ağızdan şarkı söylüyorlardı. O cıvıldayan vırak vırak sesleri, tatlı tatlı esen rüzgara binip uzaklara gidiyor gibiydi. Bu kez oturup, bu senfoniyi kaydettim. Göl kıyısının biraz yukarısında yemek molası verdik. Sazlıklar, kurbağa sesleri ve gölün dinlendiren maviliği…
Yemekten sonra ağaçlık alana doğru yürüdüm. O sırada çağırdı beni, karşıma çıktı o ağaç. Hemen tırmandım. Bir süre o ağacın tepesinde oturup rüzgarın dalga seslerini dinledim. Ağaçtan inip ormanın içine doğru biraz daha yürüdüm. Mola yerine geri dönerken, bir ağaç daha davet etti beni, kendiyle sohbete. Zaman nasıl geçti anlamadım. Baktım herkes hazırlanmış, ben de onların ardına düştüm. Dönüş yolumuzda yamaçlarda rengarenk çiçek tarlaları vardı. Hem yürüdük hem de görsel şölenin tadını çıkardık. Bu arada tırmandığımı gören arkadaşlar, kedilerinde ağaca tırmandığını ama bazen inemediklerini, o zaman da itfaiyenin çağrıldığını gülerek anlattılar. Dikkatli olmam konusunda bir uyarıydı sanırım. Orman içinde keyifli ve rahat bir yürüyüş sonunda Peri Mahmut Göleti’ne ulaştık. Ağaçların ardından birden göründü. Görüntü nefesimi kesti. Tepeden seyrettik Peri Mahmut’u. Ama ayağımız bir kaysa sudayız. Heyecan dorukta. Bir süre oturup kurbağa seslerini ve gölün muhteşem yeşilini içime çektim. Karşı kıyıda balık tutanlar vardı. Burada çadır kampı da yapılabiliyormuş.
Moladan sonraki yolumuz aksiyon doluydu. Orman içinden sonra, taşlık bir araziden aşağıya indik. Bir ara acaba kayaların yukarısından daha rahat bir yol bulur muyum, diye düşündüm. Aşağı ineceğime yukarı çıktım. Zemin çarşak… Çıktım ama yol daha zorluydu. Biraz durup manzarayı seyrettim, hem de çarşak ve dik zeminden nasıl ineceğimi düşündüm. O sırada artçı rehberimiz göründü. Aylaklığımdan geride kalmışım. Tepede ne yaptığımı sordu. Ben de gülerek, kedi gibi inemediğimi ve itfaiyeyi beklediğimi söyledim. Neyse rehberin yardımıyla indim kayalardan. Aşağı inince sazlıklar arasında bir gölet daha… Bir öpücük kadar güzeldi. Yorulmuştuk. Gaipten çay kokuları gelmeye başladı. Araca ulaştığımızda çayımız bizi bekliyordu. Yürüyüş sonunda içilen çay gibisi yok.
Peri Mahmut Göleti’nin efsanesinine gelince…Gölün buğulamış gümüş rengi ile ormandaki ağaçların arasından esen rüzgârla, düşlerim kanatlandı. Yürürken benden efsaneyi dinleyen arkadaşlar paylaşmamı istedi. Kusurumuz olursa affola… Gölün hikayesi, kadim zamanlardan gelip bugüne ruhunu bıraktı…Bir zamanlar gölde gün batımından sonra, el ayak çekilince, göl perileri sudan çıkıp, uçuşan etekleri ile göl üzerinde dans ederek şarkı söylerlermiş. Yakındaki bir köyde de Mahmut adında bir çoban varmış. Çoban Mahmut gün batımında sürüsünü toparlar köye götürürmüş. Bir gün sürüsünde bir kuzunun eksik olduğunu görmüş. Geri dönüp kuzuyu aramaya başlamış. Perilerin büyüleyici şarkılarını duyunca göle doğru yönelmiş. Tüm göl perilerin müziğine eşlik ediyormuş. Çobanı farkeden periler kaçışmış. Peri Dimnades Mahmut’u farketmemiş ve müziğine devam etmiş. Bir ara göz göze gelmişler. Işte hikaye ondan sonra başlamış. Tutulmuşlar birbirlerine. Perinin yüreğinde yer etmiş Çoban Mahmut. O günden sonra el ayak çekilince Çoban Mahmut ile Peri Dimnades buluşuyor, her buluşmada yüreklerindeki ateş daha da şiddetleniyormuş. Çoban Mahmut’un arada sırada kaybolmaları dikkatini çekmiş köy halkının. Yine buluşma gecesi çobanı takip etmişler. Göl kıyısında peri ile buluştuğunu görünce çoban Mahmut’un anası feryat figan etmiş. Diye devam eder efsane… Sonunda peri Dimnades ile Çoban Mahmut, birlikte tek yürek olup suya girmişler. Derler ki, aşkın seçeneği yoktur. O gün bugündür gölün adı, Peri Mahmut Göleti olarak kalmış…. “Peri” kelimesinin “Pir” den geldiğini söyledi bir mitolojist arkadaşım. Periler inanışa göre insana görünmezlermiş, su, pınar ve çeşme başını mesken tutarlarmış.
Dönüş yolunda, ağaçların gölgesine karışan bir sessizlik, bir hüzün eşlik ediyor bana. Göl gibi durgun ve sessizim. Oysa yüreğim raksediyor. Sanırım bu akşam düşümde, göl kenarında bir ağacın tepesinde oturuyor olacağım. Seher vakti geldiğinde, gölü çevreleyen ağaçların gövdelerinden çıkan peri kızları, kanatlarına sevgiyi nakşederek dans edecekler durgun suda… Ey göl! Kuytu orman! Ne olur bekle beni, diyeceğim…
Düşlerde buluşmak üzere…
DEMET GÜNGÖR