Karlar Altında Fantastik Bir Dünya
“Doğa her zaman ruhun renklerini giyer.”
Ralph Waldo Emerson
Bir sıçrayışta varmayı istediğim ufuktaki ormana ve geniş gökyüzüne, gözlerim parlayarak, kıpır kıpır ruhumu taşıyarak Yol Arkadaşım’la gidiyorum. Gece gördüğüm rüyanın küllerini ardıma serperek yollara düştüm. Şehirden uzaklaştıkça Bolu-Gerede yolundaki enfes orman görüntülerini seyre dalıyorum otobüsün penceresinden. Kar manzaraları başladığında içime de lapa lapa kar yağmaya başladı.
İçimde bir heyecan, pır pır eden yüreğimle Çoğullar yaylasına doğru yürümeye başladığımızda, ağaçlar kış çıplaklığını kuşanmıştı. Göz kamaştıran karın üzerinde, dingin bir siyahlığa bürünen çamlar, yeşil dallarını uçuk mavi gökyüzüne uzatmış. Fantastik bir dünyada yürüyoruz. Donmuş göletlerin yanından geçerken Andersen masallarındaki Karlar Kraliçesi geldi aklıma. Sanki biraz gözlerimi kısarak bakarsam, kızaktan bembeyaz pelerini içerisinde Karlar Kraliçesi’nin indiğini göreceğim. Masalın unutamadığım bölümlerinden birinde; büyük bir kentte yaşayan birbirini seven iki çocuğun (Gerda ile Kay) şöminede bir demir para ısıtıp cama dayamaları, böylece donmuş karın çözüldüğü o delikten birbirlerine bakmalarıydı. Bol karlı, bol buzlu bir yolculuk bizimki.
Grup lideri Aytekin Gültekin’in karda açtığı izden yürüyoruz. Rüyamın küllerini incecik bir çizgi halinde ardıma bırakıyorum, izi takip ederken. Ruhumuzun sessiz uçuşuna buzlu göllerin, karlı ormanın ve gökyüzünün yoğun harmonilerinden oluşan bir ezgi eşlik ediyor. Sessizliğin sesini dinleyerek yürüyoruz. Yerler buz, dağlar renksiz, dünya siyah beyaz olmuş başka renk yok yeryüzünde. Dallardan parça parça buzlar sarkıyor. Sarkan bir buz parçasına yaklaşıyorum ve oradan bakıyorum. Keşke yanımda demir para olsaydı, diyorum. Isıtıp dayardım buz parçasına Gerda ile Kay’ın yaptığı gibi.
Çoğullar, Tatlar ve Gümüş Yaylaları’ndan geçerken gördüğümüz bütün göller donmuş. Üzerinde yürüyebilir miyim diye denediğimde, ayaklarımın altındaki buzun çıtırtıları geri adım attırıyor bana. Batonumla dokunduğumda kırılıyor buz. Gölün yüzeyinde üç parmak kalınlığında buz var. Az ilerde buzun altında kalan dallar enteresan bir görüntü yaratmış yüzeyde. Göl kenarındaki devedikenleri boynunu bükmüş, sırtlarında yığılan karın ağırlığından. Devasa çam ağaçlarının dalları karların ağırlığıyla yere değiyor. Hafif bir rüzgar ışığı dallardaki karların üzerinde titreştiriyor, doruğa çıkarıyor. Dipte kalan gölgeler dalgalanıyor. Ormanda karın üzerindeki yansımalar ve parıltılarla yukarıya doğru yükselen ışık dilimleri, ağaçların tepesinden uzanan yumuşak gölgelerle karşıtlık oluşturuyor.
Yürüyüş bitiminde aracımızın yanında dumanı tüten bir semaver bizi bekliyor. Ondan yayılan koku, buhar alıp götürüyor yorgunluğumuzu. Çayın demi en hakiki olarak semaverde çıkar, demişler. Maksim Gorki’nin romanı “Ana”daki kadar keyifli keyifli kaynayan bir semaver bu. 14 kilometrelik yayla transından sonra elimizde sıcacık çaylarla, odun ateşi ile çıtırdayan semaverin başında hoş sohbetlere dalıp günü sonlandırıyoruz.
Bol karlı orman ve büyüleyici donmuş göletler, terkedilmiş yalnız yayla evlerinin iç burkan görüntüsü yaşama dair çok şey sundu bu yürüyüşte. Doğaya yolculuk, her seferinde büyük ikramiye çıkan bir piyango bileti gibi. Şansınız bol olsun. Teşekkürler Yol Arkadaşım Doğa Yürüyüş Grubu’na ve lideri Aytekin Gültekin’e.