- Yaşar Kemal’li Anılar - 12 Şubat 2023
- ÖLÜMÜ BEKLERKEN… - 19 Temmuz 2021
- BİTMEMİŞ BİR DAVA: SİVAS KIYIMI - 5 Temmuz 2021
Hâkimiyet gazetesinde Ömer Turan Eyuboğlu’ndan sonra beni en çok etkileyen insan, gazetenin başyazarı Ömer Hikmet Karahasanoğlu idi. Onun halk arasındaki adı, “Müfettiş Bey”di. Trabzon’da uzun yıllar öğretmen ve “Maarif Müfettişi” olarak çalışan Ömer Hikmet, “çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan-Âli Yücel’le -aynı meslekten ve kuşaktan olmanın ötesinde- aynı kumaştandı! Nasıl ki Hasan-Âli Yücel, Mevlevi tekkesinden çıkıp Türkiye’nin büyük aydınlanma atılımına öncülük etmişse, Ömer Hikmet de Maçka Müftüsü Mehmet Ali Efendi’nin oğlu olarak gençliğinde köy imamlığı yaptıktan sonra, Cumhuriyet Devrimi’nin ön sıralarında yer alarak, bağnazlığa ve dinsel gericiliğe bayrak açmıştı. Bu, kolay bir iş değildi ve kanımca Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan süreçteki “geçiş kuşağı”nın, her şeyden önce kendi içinde gerçekleştirdiği bir büyük “devrim”di!
* * *
Ömer Hikmet Karahasanoğlu, birlikte çalıştığımız dönemde, yalnızca ışıklı bilinci, sağlam birikimi ve usta yazarlığıyla değil, renkli kişiliğiyle de beni çok etkilemiştir. Somurtkan olmayan bir ciddiyetle çocuksu duyarlığı kişiliğinde birleştirebilmiş sayılı insanlardan biriydi. Sevecen, hoşgörülü ve espriliydi. Yine de insanlarla arasına belli bir mesafe koyar, kimseyle senlibenli olmak istemezdi. Çünkü onun “maarif müfettişliği”nden gelen ağırbaşlı yapısı, laubaliliği hiç kaldırmazdı. Bu özelliğini bildiğimizden, Hoca’mızın yanında her zaman ölçülü ve özenli olmaya çalışırdık.
Ciddiyetin olduğu yerde gülmece de vardır. Bu kural, Hoca’yla ilişkilerimizde de geçerliydi. Onun gazeteye gelişi, işyerinde her gün ilginç bir seremoninin yaşanmasına yol açardı. Hoca’mız daha gazetenin kapısında görünmeden, bastonunun sokakta yankılanan sesi ve gürültülü öksürüğü duyulurdu! Böylece, onun gelmekte olduğunu anlardık! Hoca’nın gök gürültüsünü andıran şiddetli öksürüğünü duyunca kendimizi tutamaz, birden gülmeye başlardık! Çünkü dizmenlerimizden Şahap ve Fevzi Eyuboğlu fesatlık ederek, bu gürültülü öksürüklere bazen başka seslerin de karıştığını öne sürerlerdi! Ama “destur!” anlamındaki ritmik öksürmeler, Hoca’yı karşılamaya hazırlanmamız için bir çeşit uyarı işlevi görürdü! Bu sesle toparlanır, kendimize çekidüzen vererek onun gelmesini beklerdik. “Müfettiş Bey”in karşısında, teftiş veren “okul çocukları” gibiydik! Hoca, elinde ünlü çantası, dev cüssesiyle kapıda görününce hepimiz ayağa kalkar, kendisine “hoş geldiniz!” derdik. O da gözlüklerinin altından hafif gülümseyerek bizi selamlar, sonra Ömer Turan’ın girişteki masasına oturarak keyifle o günkü yazısının konusunu anlatmaya başlardı.
Şarap düşkünü dizmenimiz Fevzi Eyuboğlu, bir keresinde içkiyi fazla kaçırınca, Hâkimiyet’in Şekerfabrikası Sokağı’ndaki basık tavanlı eski basımevinde, “O geliyor!” diyerek, Hoca’yı “Hababam Sınıfı” öğrencileri gibi karşılamaya kalkışmıştı da çok gülmüştük! Bir başka gün ise yazarlarımızdan Ziyad Nemli, muziplik olsun diye Hoca’nın çantasından gizlice çıkardığı odun ve demir parçalarını gösterip bizi güldürmeye çalışmıştı! Hoca’mızın zaman zaman yaptığı esprilere de çok gülerdik. En çok iğnelediği kesimler, genellikle yobazlar olurdu. Çünkü onların, el altından kendisi için, “dinsiz”, “komünist” dediklerini bilirdi!
YOBAZLIKLA SAVAŞIMI
Başyazarımız bir ara, Trabzon basınının yobaz takımıyla Said-i Nursi konusunda polemiğe girmişti. Zaten o dönemdeki yazılarında sıklıkla, Bayar-Menderes rejiminin dinsel gericiliğe verdiği ödünleri eleştiriyordu.
Karahasanoğlu’nun Hâkimiyet’teki “Sahte Peygamber” başlıklı yazısı büyük yankı uyandırdı. Ne var ki bu yazı nedeniyle her boydan gerici, kentin sınırlarını da aşarak ona karşı dört koldan saldırıya geçti. Hoca’mız bu düzeysiz sataşmalara bir yandan gazetenin başyazarı olarak kendi köşesinde ağırbaşlı yanıtlar verirken, bir yandan da “Molla Hıdır” imzalı ve alay yüklü yazılarıyla gerici kalemleri perişan etti! Osmanlıcayı bütün incelikleriyle bilen, bir “müftü çocuğu” olarak İslamiyet’i derinlemesine özümsemiş olan Ömer Hikmet Karahasanoğlu, bu sözde Müslümanlara, dinsel kaynakları harmanlayarak unutulmaz dersler verdi.
Karahasanoğlu’nun 1958 yılında, Trabzon gibi tutucu bir kentte böyle bir şövalyeliğe soyunması, kolay göze alınabilecek bir davranış değildi. Nitekim dönemin ünlü ozanlarından Celal Sılay (1914-1974), bu yüreklilik karşısında ceketini ilikleyip saygı duruşuna geçmekten kendini alamadı. Sılay, o günlerde Ömer Hikmet Karahasanoğlu’na gönderdiği kutlama mektubunda özeleştiri de yaparak şöyle demişti:
“Ben, İstanbul gibi ileri sayılması gereken bir şehirde günlük gazetede Nurcular aleyhine yazı yazmak cesaretini gösteremedim. Siz, Trabzon gibi ileri sayılmayacak şehirde, günlük bir gazetede Nurcular aleyhine yazı yazmak faziletini gösterdiniz. 43 yaşındaki ben, bu yaşımda utanmadan 65 yaşındaki sizin ellerinizden, yaş farkı yüzünden değil, baş yüceliği sebebiyle öperim.”
Gerçekten de gücünü siyasal iktidardan alan örgütlü gericiliğe karşı böyle bir savaşıma girişebilmek için insanda bilginin yanı sıra mangal gibi yürek de olması gerekiyordu. İşte Karahasanoğlu Hoca’mız, 60 yıl önce bu yürekliliği göstermiş ve bizim gibi henüz yolun başındaki gençlere, laikliğin her koşulda nasıl savunulması gerektiğini, kendi özgün pratiğiyle öğretmiştir. Ben, ışıklı ve yürekli Hoca’mın bu adanmış “cumhuriyet aydını” çizgisini, dinsel gericiliğe karşı savaşımda her zaman örnek aldım. Karahasanoğlu’nun sorumlu aydın duruşu, umarım bizden sonraki kuşaklar için de esin kaynağı olmayı sürdürür…
DİLCİ VE ANLATIM USTASI
Bana sorarsanız, Ömer Hikmet Karahasanoğlu’nun başyazarlığının, Ahmet Emin Yalman’lardan, Hüseyin Cahit Yalçın’lardan, Cihad Baban ya da Nadir Nadi’lerden aşağı kalır yanı yoktu. Güncellik, bilgi, konu sunumu, yorum gücü ve anlatım ustalığı bakımından Hoca’mız dört dörtlüktü! Onun unutulmaz hizmetlerinden biri de öz Türkçe için verdiği uğraştır. Yıllarca Türk Dil Kurumu’nun derleme çalışmalarına katılmış, yazılarında ve konuşmalarında hep arı Türkçeyi öne çıkarmıştır. İleri yaşına karşın, sevgili Hoca’mız müthiş bir belleğe sahipti. Kıpır kıpır, coşkulu, çok devingen, çalışkan ve üretken bir insandı. Okumak, onun için “ibadet” gibi bir şeydi! Yaşça en büyüğümüzdü ama düşünceleriyle hepimizden daha gençti!
Ömer Hikmet Karahasanoğlu (1892-1964), Cumhuriyet Devrimi’ni özümseyip içselleştirerek yaşam biçimine dönüştürmüş, inançlı, tutarlı, yürekli, savaşımcı bir eğitimci; derin kültürel altyapısı olan bir düşünür; örnek bir aydın ve güçlü bir yazardı. Onu, ölümünün 56. yıldönümünde, ülkemizin karanlıktan aydınlığa çıkması için yaşamı boyunca savaşım vermiş “Cumhuriyete Kanat Gerenler” kuşağının en has temsilcilerinden biri olarak saygıyla selamlıyorum…
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, Ömer Hikmet, bizim sevgili ağabeyimiz, değerli hukukçu ve ozan Subutay Karahasanoğlu’nun babası; araştırmacı-yazar Kudret Emiroğlu’nun dedesidir. Baba-oğul Karahasan’ları yakından tanımak, dahası, bir dönem onlarla aynı gazetede çalışmak, benim için hem sevinç hem onur kaynağıdır. Tek üzüntüm, Ömer Hikmet Karahasanoğlu’nun yazı ve şiirlerinin gazete koleksiyonlarında kalmış olmasıdır. Bu yazıları derleyip kitaplaştırmak görevi kuşkusuz büyük ölçüde aile üyelerine düşüyor. Ama Trabzon’daki kültür-sanat kurumlarının da bu konuda sorumluluk üstlenmeleri gerektiğini düşünüyorum.
NOT: Yazıdaki görsel öğeler için sevgili Ahmet Özer arkadaşımıza teşekkür ediyorum.
Attila Aşut