İmparatorluklar çağının hemen hemen bittiği bir dönemde, ulusal kimliğini koruyan ülkeler öne çıkmıştır. Çünkü bu ülkeler güçlü oldukları için ekonomik refahı yakalamıştır. Güçlünün zayıfı yönettiği, milli varlıklarına el koyduğu bir dönemdir. Birinci Dünya Savaşında mağlup ülkeleri bekleyen trajedi ekonomik ve siyasi istiladır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci de aynı karakteristik durum sundu. Düşmanlar İstanbul’u işgal etti. Ordumuzu zayıf düşürdü, şehirlerimizi kendi aralarında pay etti. İşte Mustafa Kemal böyle onur kırıcı bir süreçte ortaya çıktı. Zaten büyük liderler böyle zamanlarda devreye girer. Tarihse bunun örneklerine en büyüğünü eklemiştir. Atatürk’ün başlattığı Kurtuluş Savaşı bir onur ve namus savaşı olarak altın harflerle tarihe kazınmıştır. Bu büyük zaferden sonra Cumhuriyetimiz kuruldu ve bir devrimler süreci başladı. İşte bu süreç ki biz buna Atatürk’ün Cumhuriyet sonrası yaptığı yenilikler süreci diyeceğiz.
Öncelikle belirtelim ki Atatürk’ün Cumhuriyet sonrası yaptığı yenilikler, bir anda ve kolayca gerçekleşen yenilikler değildir. Her yeni uygulama, her yenilik beraberinde çetin karşıtlarını da ortaya çıkarmıştır. Bu zorlukların aşılmasında Atatürk’ün büyük liderlik özelliği ve zekası öne çıkmıştır.
Atatürk’ün Cumhuriyet Sonrası Yaptığı Yenilikler
Laikliğin Kabul Edilişi (1928-1937)
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması Laikliktir. Laiklikte bireylerin dini olur, devletin resmi bir dini olmaz. Çünkü ülkede başka başka dine mensup topluluklar yer alır. Devlet, yurttaşlarından eşit aldığı vergilerle eşitlik temelinde onlara hizmet sunar. Din kurallarıyla devlet yönetimi dönemi Laiklikle birlikte bitmiştir. Laiklik aynı zamanda yurttaşların ibadetlerini özgürce yerine getirmesidir. Laiklikle birlikte dini değerlerin bir takım çıkar odakları tarafından suistimal edilmesinin önüne geçilmiştir. Bu nedenlerden dolayı, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Tarikat ve zaviyeler kapatılmıştır. 1928’de Anayasanın 26. maddesindeki şeriat hükümleri ile ilgili cümle Anayasa’dan çıkarıldı. Laiklik ilkesine, 5 Şubat 1937’de Anayasa’nın ikinci maddesinde yer verilmiştir. Bu gelişmelerden sonra laiklik, Türkiye Cumhuriyet’inin belirleyici niteliklerinden biri oldu.
Kadın Haklarının Tanınması (1930-1933 ve 1934)
Medeni Kanun’la birlikte Türkiye’de kadınlara bazı haklar tanınmış, böylece kadınların siyasal, ekonomik hayata katılmalarının önün açılmıştır. Türk kadını, 1930’da belediye seçimlerinde seçme hakkı, 1933’ de muhtar seçilme hakkına kavuştu. 5 Aralık 1934’te ise Anayasa’da yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme hakkı edindi. Oysa aynı yıllarda Avrupa devletlerinin çoğunda kadınların hakları sınırlıydı.
Şapka ve Kıyafet Devrimi (25 Kasım 1925)
Atatürk, 25 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, “Buna şapka derler” diyerek halkı şapka giymeye özendirdi. Atatürk’ün bu sözüyle Şapka ve Kıyafet Devrimi süreci başlamış oldu. 25 Kasım 1925’te çıkarılan Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun, dinsel giysilerle sokakta gezilmesini yasaklamıştır.
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
Osmanlı döneminde soyadı yerine unvan kullanılmakta, bu da karışıklıklara yol açıyordu. 21 Haziran 1934’te çıkarılan Soyadı Kanunuyla birlikte her Türk vatandaşının bir soyadı alması zorunlu oldu.
Eğitim ve Öğretim Devrimi (3 Mart 1924)
Osmanlı toplumundaki başta medreseler olmak üzere diğer eğitim kurumları, toplumun gereksinme duyduğu elemanları yetiştirme açısından yeterli değildi. Sayı bakımından da ihtiyacı karışılmaktan uzaktı. Bu durum, eğitim kurumlarının çağa uygun hale getirilmesini zaruri kıldı. Atatürk, eğitim ve öğretimin önemi hakkında sık sık beyanlarda bulundu. Ülke çocuklarının birlikte eğitim ve öğrenim görmek zorunda olduğunu, öğrenim birliğinin ülkenin ilerlemesi için büyük önem taşıdığını, bu nedenle “Şeriye Vekaleti ile Maarif Vekaletinin” işbirliğine varmasını gerektiğini ifade etti.
Bu gereklilikle birlikte TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı’na devretti. Yin TBMM, 3 Mart 1924’te çıkardığı Öğretimin Birleştirilmesi kanunuyla, mahalle mektepleri ve medreseleri kaldırdı. Bu okulların yerine meslek okulları, teknik okullar, öğretmen okulları, ortaokul ve liseler açılmıştır.
Harf Devrimi (1 Kasım 1928)
Türkiye’de alfabe reformu önerileri esas olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren tartışılmaktaydı. Kimi aydınlar, Osmanlıca yazısının düzeltilmesi taraftarıyken kimileri de Latin alfabesinin kabulü yönünde görüş bildiriyorlardı. Osmanlıca yazısı, Türkçe’nin ünlü seslerini ifade etmekte yetersiz kalıyordu. Bu sorundan doğan imla kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha da arttı.
19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu’da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçe’nin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1908-1911’de Latin temelli Arnavut Alfabesinin kabulü ve 1922’de Azerbaycan’ın Latin alfabesini kabulü Türkiye’de büyük yankı uyandırdı.
Atatürk’ün 1926’dan sonra yaptırdığı yaptırdığı araştırmalar sonucunda, Türkçe’nin yapısına en uygun alfabenin, Latin alfabesi olduğu saptanmıştır. 1 Kasım 1928’de çıkarılan Türk Harfleri Hakkında Kanun’la, Latin alfabesi düzenlenerek yürürlüğe kondu. Bu alfabenin yaygınlaşmasında Atatürk de bizzat bulunmuştur. Bunun sonucunda yeni alfabe halkımız tarafından kısa süre içinde benimsenmiştir.
Atatürk ve silah arkadaşları sadece ülkemizi düşmanlardan temizlemedi. Cumhuriyeti kurdu, modern ülkelerin halklarından bile daha fazla özgürlükler getirdi. Laiklik çok önemli bir kazanımdır. Kültür, sanat ve sportif atılımlar bir tarafa sıfır sanayiden fabrikalara, demiryolu tesislerinden memleketin her köşesine yayılan eğitim kurumlarına kadar çok önemli yenilikler getirdi.