imgelem GÜNLÜK ÖDÜLLER ÜSTÜNE DÜŞÜNÜRKEN…

ÖDÜLLER ÜSTÜNE DÜŞÜNÜRKEN…

(1 Mart 1996)

 Ödül kurumu üstüne çok şey yazıldı çizildi ülkemizde…

Ödülleri yazarlar ve sanatçılar için özendirici bulanlar da var; sözgelimi Ahmet Telli gibi, “sistemin ökselerinden biri” sayanlar da…

Sartre’ın Nobel Ödülü’nü reddetmesi ünlüdür.

Yıllardır cezaevinde yatan Sosyolog Dr. İsmail Beşikçi de İHD’nin ve kimi Avrupa ülkelerinin kendisine vermek istediği ödülleri kabul etmemişti.

Bu konudaki son örnek ise ünlü çevirmen Mina Urgan’dır.

“Eski tüfek” Mina Urgan da Nokta dergisinin “Doruktakiler” ödülüne aday gösterilmesine öfkelenerek adının bu listeden çıkarılmasını istemiştir.

Eski DEP Milletvekili Leyla Zana ise ödüller konusunda daha farklı bir tutum sergilemiştir.

O, Batı’nın siyasal gerekçelerle kendisine bol keseden yağdırdığı ödülleri hemen sahiplenmiş; bu ödülleri sorgulamak gereğini hiç duymamıştır…

* * *

Evet, dünyada ve Türkiye’de ödüllere ilişkin çok uç değerlendirmeler yapılıyor; değişik tutumlar benimseniyor.

Ben olaya ak ve kara mantığıyla bakanlardan değilim.

Olgunun olumlu ve olumsuz yanlarının bir arada ele alınmasından yanayım.

Ödüllerin, insanları üretici ve yaratıcı kılmada itici bir güç olduğu yadsınamaz.

Yapılan bir işin beğenilip alkışlanmasından kim hoşlanmaz ki?

Başarının değerlendirilmesi insanı kamçılar; yeni atılımlar için yüreklendirir.

Eskiler bu gerçeği, “Marifet, iltifata tabidir” sözüyle anlatırlar…

* * *-

Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var…

Ödül kurumu Türkiye’de hayli yozlaştırılmıştır.

Ahmet Telli’nin de haklı olarak vurguladığı gibi, “Özellikle bilim ve sanat alanında her yıl yenileri eklenerek mantar gibi çoğalan ödüller”, adeta bir “ödül enflasyonu” yaratmıştır.

Basın-yayın kesimi ise bu enflasyonun en yoğun biçimde yaşandığı alanlardan biridir.

Türkiye genelinde hemen bütün illerdeki gazeteci dernekleri, “başarılı gazeteciler”e sayısız ödül veriyor.

Şimdi ben bu ödüllere karşı çıksam, Anadolu’da bin bir güçlükle gazetecilik uğraşını sürdüren meslektaşlarım alınır.

Ama bu uygulamanın mutlaka iyileştirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Ödüller hatır gönül için değil, gerçek bir başarının karşılığı olarak ve de titiz, nesnel, yansız bir değerlendirme sonunda verilmelidir.

Seçiciler Kurulu, mesleğin en kıdemlilerinden oluşmalı; seçme sırasında göz önünde bulundurulacak ölçütler önceden duyurulmalıdır.

Ayrıca bir yıllık çalışma yerine, gazetecinin daha uzun bir zaman diliminde ürettiklerine bakılmalıdır.

Çünkü uzun dönemli çalışmaların topluca değerlendirilmesi, Seçiciler Kurulu’nu daha sağlıklı sonuçlara götürür.

Bu arada ödüllerin sayısı azaltılıp niteliği yükseltilmelidir.

Kendi adıma “Pulitzer” düzeyinde bir gazetecilik ödülünü, çok sayıda meslek örgütünün vereceği bir düzine ödüle yeğlerim.

Ödüllerin düzeyini yükseltmek için basın meslek örgütlerinin daha seçici ve titiz davranmaları gerektiğini düşünüyorum.

“Vereni” değil “alanı” onurlandıran ödül, bana göre en değerli ödüldür…

* * *-

Meslek yaşamımın ilk önemli ödülünü 1963 yılında Türk Dil Kurumu’ndan aldım.

Türkçeye sevdalı genç bir yazar olarak TDK’den “Basın Dil Ödülü” almak, benim için gerçek bir onurdu.

Bu onuru hep hak etmeye çalıştım, çalışıyorum…

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın 1992 Şiir Yarışması’nda, 468 katılımcıdan hiç kimseye ödül verilmedi.

Ama bu yarışmada Attilâ İlhan, Asım Bezirci, Şükran Kurdakul, Ataol Behramoğlu, Ahmet Oktay, Konur Ertop, Alpay Kabacalı gibi kalburüstü sanatçıların ve eleştirmenlerin seçtiği “ilgiye değer” üç ozan arasında yer almak, benim için ödül kadar değerliydi.

Yine Orhan Duru, Ferit Edgü, Ahmet Oktay, Zeynep Oral ve Hilmi Yavuz’un ince eleyip sık dokuduğu 1995 Abdi İpekçi Mektup Yarışması’nda 500’ü aşkın ürün arasından sıyrılıp “mansiyon” kazanmak da ayrı bir mutluluktu…

Basın alanındaki son ödül ise Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden geldi.

Siyah Beyaz’daki “Muska Gibi Reçete…” başlıklı haberimiz dolayısıyla, “1995 Yılının Başarılı Gazetecileri” arasında yer aldık…

* * *-

ÇGD ödülleri, 27 Şubat’ta Ankara’da düzenlenen “Basın Gecesi”nde sahiplerine verildi.

Size biraz da bu “Gece”den söz edeyim…

SSK’nin Kavaklıdere’deki Sosyal Tesisleri’nde yapılan ödül töreni çok kalabalıktı.

Basın, yazın ve politika dünyasının önde gelen kişileri oradaydı…

Filistin Devleti’nin Ankara Büyükelçisi Fuat Yasin ile, ülkede yaşanan sancılı “barış süreci”ni konuştuk ayaküstü.

Antalya’dan ayağının tozuyla gelen ozan dostum Metin Demirtaş’la “şiir diliyle” kucaklaştık…

İzmir’den Ankara’ya “kesin dönüş” yapan gazeteci Nurettin Tekinor’la yıllar sonra özlem giderdik…

Selçuk Altan’la, sevgili Şinasi Nahit’in kulaklarını çınlattık…

Mustafa Balbay ve Işık Kansu ile “kediler” ve “yeni dünya düzeni” üzerine söyleştik!

ABD’den yeni dönen Prof. Dr. Leziz Onaran ve Dr. Mustafa Şerif Onaran çiftinin yanı sıra Av. Veli Devecioğlu, Tekin İleri Dikmen, Baki Özilhan, Remzi İnanç, Hüseyin Atabaş, Bilal Kayabay ve Edebiyatçılar Derneği’nden başka dostlar, o gece bizi hiç yalnız bırakmadılar. Hepsine içten teşekkürler…

* * *

ÇGD’nin ödüllendirdiği Siyah Beyaz gazetesindeki haber, içeriği ve niteliği bakımından benim için özel bir önem taşıyordu.

Çankaya Belediye Başkanı Sayın Doğan Taşdelen’in elinden ödülümü alırken, bunun altını çizme gereğini duydum.

“Şeriat rüzgârlarının laisizmi aşındırmaya başladığı günümüzde, ÇGD’nin bu haberi ödüllendirmesi beni mutlu etti. Çünkü sözkonusu haber, Türkiye’de şeriatçılığın artık tıp dünyasına ve doktor reçetelerine kadar sızdığının belgesiydi” dedim ve ÇGD’nin laiklik konusundaki duyarlılığına teşekkür ettim…

Evet, “vereni” değil “alanı” onurlandıran ödüller değerlidir…

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir