Mustafa Kemal ve arkadaşları, Harbiye sıralarında Namık Kemal okuyorlar gizli gizli. Hürriyet Kasidesi su gibi ezber. Onlar da Namık Kemal gibi çağın gidişatını “sıdk u selâmetten” sapmış görüyorlar. Daha 20’li yaşlarda bir can için “hamiyet meydanından” kaçılmayacağını bilemiyorlar.
Namık Kemal’den sonra sözü Tevfik Fikret alıyor. “Ferda”yı okuyorlar, yüzde yüz katılarak… “Her şey senin değil mi ki zaten, sen ey şebâb…” diyor Fikret, vatanın ileri gitmesini de çökmesini de gençliğe bağlıyor.
Mustafa Kemal, ta o zamanlardan seziyor ki vatan, (gayur insanların) çalışkan gençliğin omuzları üzerinde yükselir. 24 yaşında, okul biter bitmez Şam’da bulunan 5. orduda heyecan dolu bir teğmendir artık. Vatan ve özgürlük gibi konularla ilgilendiği için biraz da sürgün gitmiştir oralara. İstanbul’dan uzak tutulmasında yarar görülmüştür.
Arayış döneminin ilk 14 yılı böyle geçecektir. Derneler, Trablusgarplar ve Çanakkaleler…
“1919 senesi Mayısının 19 uncu günü Samsun’a çıktım.” dediğinde, yaş otuz sekizdir. Bir anlamda imzasını atacağı başarının akıllara durgunluk veren büyüklüğüne bakılırsa, o daha otuz sekiz yaşında genç bir adamdır.
1919 Anadolu’sunun zor yıllarında ve dar yollarında, bugün Gençlik Marşı dediğimiz “Dağ başını duman almış”ı söylerler. Atatürk bunu, çok çok sonraları şu sözlerle anlatır:
“Anadolu’nun dağ başlarını, tekerleklerini çuvalla doldurduğumuz kırık dökük otomobillerle aşarken, bu marşı söylemeyi yanımda bulunanlara âdet ettirmiştim.”
Düşüncelerinde hep genç kalan Atatürk’ün gençliğe verdiği önemin altında işte bu izlenimler vardır. Onun, “Biz her şeyi gençliğe bırakacağız, o gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.” deyişi bundandır. “Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” deyişi de bundandır.
Daha 1923’te “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak.” derken nasıl da mutlu olur.
1927’de yine göz bebeği gençliktir: “Bugün ulaşmış olduğumuz sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerden alınan derslerin ve bu aziz vatanın, her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine armağan ediyorum.
Hele 1937 yılında gençlere bir seslenişi vardır ki böylesi bir sesleniş, ancak ve en çok Mustafa Kemal’e yakışır bir incelik gösteriyor:
“Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni takibe söz vermişsiniz. İşte ben özellikle bu sözden çok duygulandım.
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevî bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla yorulmaz. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan yorulmadan yürüyecektir.”
Atatürk, kurduğu ve kendi eliyle 1937’lere kadar taşıdığı cumhuriyeti, bütün ilkeleriyle sürdürme ve yaşatma sorumluluğunu gençlere verirken içi rahattır. Çünkü o, “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.” diye düşünüyordu.
“Ey Türk Gençliği” hitabıyla başladığı ölümsüz nutkunda, “En büyük eserimdir.” dediği cumhuriyeti bütün dünyanın gözü önünde ve bütün insanların tanıklığında ve dahası Tarih dedenin huzurunda Türk Gençliğine emanet edişi, çok anlamlı bir olgudur.
Hem de “Birinci vazifen…” diyerek…
Selahattin ARSLAN
İlk Yayınlanma tarihi: 13 Nis 2008, 13:36