imgelem KÜLTÜR VE SANAT ADI POSEİDONdan SONRA / Yrd. Doç. Dr. Zeynep Ergin

ADI POSEİDONdan SONRA / Yrd. Doç. Dr. Zeynep Ergin

Yrd. Doç. Dr. Zeynep Ergin
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi- İstanbul- Türkiye
Öğretim Üyesi
18.08.2011

 

ADI POSEİDONdan SONRA
‘Belirsizlik Üstüne Belirsiz Bir Öykü’
1995 yazmış olduğum “Adı Poseidon’dan Sonra” ve ardından “ULYESSES” öyküsü bir gömleğin  iki yakası gibi “hiçlik” ve “varlık” üzerine kurulu bir ayrılmazlık içinde. Çağımızın sembolizmine ve mit sayılan formlara yönelik kodlamalar ve sanat yapıtlarının farklı tarzlarda etkilenmeleri günümüzün diğer zamandan öykünmeli ayrıcalıkları. Öykünün  yazılmasının ardında geçen uzun yada kısa zaman bugünlerde  de pek geçmiş yada gecikmiş değil. Toplam beş öyküden oluşan dizinin iki yakasını Adı Poseidon’dan sonra” ve Ulyesses” tamamlıyor. Metinlerin kodlamalarla örülü bir açıklayıcı cümlesi, öykünün anlamına paylaşımla farklı bir boyut katacaktır diye düşünüyorum.

ULYESSES VE ADI POSEİDON’DAN SONRA ÖYKÜSÜ İÇİN BİR KAÇ SÖZ
Ulyesses ve Adı Poseidon’dan Sonra öyküsü zihinde dolaşan diyologlarla ilgilidir. Bulanıklıkları çözümlemeye yarayan anahtar yerine geçmez. Burada simgeler solunan ruhla similasyona uğrar. Ve, içinde yaşadığımız yer kürenin yaşanan dönüşümlü zaman perspektifinde  insan;  İNSAN, VE, ÇOĞULLUKLA beraberdir.
Foucault’nun dediği gibi, içinde varolduğumuz uzamı bir UĞRAK kabul ediyorsak, gene onun dediği gibi “içinde varolduğumuz uğrak ……  başka herhangi zamana benzer, yada daha ziyade hiçbir zamana benzemez”.

BİZİM İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ ŞİMDİNİN DOĞASI NEDİR? Diye soruyorsak, yine Foucault’nun söylediği gibi “bir yandan  içinde yaşadığımız zamanın tarihinde herşeyin tamamlanarak yeniden başladığı emsalsiz, temel yada baskın nokta olmadığını kendimize söyleme tevazusu göstermeliyiz”.
VE
bu metinde adı yazılı her iki öykü için söylenebilir ki, bizimle yaşayan söz konusu şey, içimizden olan belirsizlik üstüne gürbüz ve kayıp bir diyalogtur.

Zeynep ERGİN/ 24.12.1995

 

ADI POSEİDONdan SONRA
‘Belirsizlik Üstüne Belirsiz Bir Öykü’

Böyle başlıyor öykü : Aperion ve Mavi ile . 
Sonra mavi gökyüzü ve mavi topraklar ve soru . Soru  soruluyor mavi  topraklardan , yeşil otlardan .
APERİON ,  Aperionu duyuyor musun ?  Çoğalıyor sessizlikte mavi gökyüzünün altında mavi topraklarda saflık ve yücelik var .

Ne oluyor ?
Lütfen anlatırmısın …

Mavi gökyüzünün altında mavi topraklardan bahsediliyor .  Hoş bütün anlatılanlar .
Nereden geldik sorusu yok , nereye gidiyoruz da …
Saflık , yücelik  ölesiye yücelik , ululuk anlatılıyor .
Soru soruluyor kulaktan kulağa hep kim doğmuş , hangi  toprakta kim doğmuş …
Söyleyecek sözü olan yok mu ?  Gizlimi cevap
Adı neymiş ?  Nereliymiş …
Belirsizlikler var , neden ?  Olanaksızmı cevap
Belirsizlikler sanki cevapsız , aynı yere toplanmış sorular , yıllar , dakikalar , mekanlar , ayrı ayrı dünyalar var .
Parçalar bir araya gelir mi ?
Çocuk nasıl doğdu ?
Renkten bahsetmek istiyorum  doyasıya renk ten . Kırmızıdan .. Maviden …
Renk var mıydı , gördüğün renk neydi ?
KIRMIZI
Hem ateş gibi   hem de rose , ışıl ışıl sıcacık .  Öyle kaplıyordu ki içi ,
yayılıyordu halesi vardı .  Parlak BEYAZ ışık aydınlıktı . 
Renk koyulaşıyordu aynı anda .
Gecelerin içinden koyu bir Prusya mavisi  yada  ????  küflü yeşil , buğulu koyu gri  dönüyor mu rengi yoksa , SİYAH gibi mi rengi prusya mavisi nin . Yanar döner
ritm leri var  aydınlığın .
 Bilgi ler düzen içerisinde  MAVİ leri  görüyorum .  Renk nedir bilirmisin  heyecan diyorum ona  kırmızıyı düşün  maviyi …
Düzen  önce de  vardı , şimdi de
Kurulmuştu 
Ya ŞİMDİ , o şimdi yeniydi .
Bir çoçuk doğmuştu  kimdi , neydi , nereliydi , neydi bu çoçuğun adı
Hâlesi  beraberinde yüreklerde sımsıcak her renk alaca .
Yüzler , gölgeler , renkler birbirinin içine erir  her yer ışır .
Görülmez aslında  o parlaktır rengi inanası gelmez insanın hem büyür alır götürür dünyasına, toprak maviyken ölesiye mavi soluyorsun onu her an.
Solumak zorundayım yaşamak için parıltısını görmemiştim önceleri,
ne kırmızısını  ne mavisini  Hâlesi   gözükmemişti bana hiç.
Ne oluyor şimdi bana soluyorum kendimi  değişiyormuyum.
Bacaklarım , gözlerim çoğalıyor mu yoksa?
Kendime bakmalıyım. Ayna bulmalıyım . Ellerime , parmaklarıma  bakmalıyım .
Kendimi görmeliyim . Nedir bu hız az önce sorular vardı. Mutlağı aramıyorum .
Merak içindeyim .
Şaşırıyorum artık kendimi mi  arıyorum , ceddimi mi .
Hayır.                                                            
Kollarım   iki tane   parmaklarım , tırnaklarım düzgün   bacaklarım yerinde ,
diz  kapaklarımsa  olması gerektiği gibi ,
soluk alırken inip kalkan göğüs kafesimi  hissediyorum.
Organlarım  eksiksiz olmalı .  Konuşabiliyorum .  Düşünebiliyorum  öyleyse zihnim  çalışıyor.  Gözlerim ,  gözlerim gerçekten  görüyor .
Organlarımı görebiliyorum . Ellerim  gözlerimle dolaşıyor vücudumu .
Çıplak ayaklarımın etrafında  otlar , ayağımın  altındaki  ot   bedenime karşı
nasıl  savunmaz sız eğiliyor.
Ertesi gün ona gene bakacağım .
Üstüne basıyorum  gidince buradan  yarın  tekrar yeşerecek  biliyorum .
Bu bir umut  değil .
Buraya gelip  binlerce ot arasında  onu izleyeceğim .  O  otun  nasıl  büyüdüğünü göreceğim .  Konuşacağım onunla   şimdi   onu düşündüğüm  gibi .  Binlerce ot arasında  onu  bulacağım   yeşerdiğini   tekrar  nasıl  yeşerdiğini 
onunla  konuşacağım  
çoğaldığını  soracağım , söyleyeceğim ona herşeyi  
tüm yaşadıklarımı   öğrendiklerimi  anlatacağım   ;  sükunetle  dinleyecek
sözümü  kesmeden biliyorum.
Yeşerdiğini  göreceğim 
biliyorum . Onunla gürbüz karanlıkları göreceğim . Gündüzü paylaşacağım  onunla .
Gök mavi olduğunda kırmızıyı soluyacağım.
Hâlesini göreceğim onun.
Ayna  var  karşımda ,  bakıyorum   ellerime  nasıl  çalışmışım  onlarla
üzerinde gerili  deri  yineleniyor  farkediyorum  bunu 
eğer  aynı kalsaydı  renksizleşir  değişik  görünürdü  gözüme .
Onunla  su bardağımı  tutamazdım   su  içemezdim avucumla . Dostlarıma
el sallayamazdım   benim parçam olmazdı.
Yiyeceğimi  koparamazdım dalından  ,  ayaklarım gibi  onlarda benim  parçam
otlara dokunduğumda hissediyorum.
Kapatınca gözlerimi  gözlerim gibi görüyorum , soluyorum  kırmızıyı maviyi, paylaşıyorum
yaşamın herşeyini .
Kim doğmuştu duydunuz mu?
Çocuğun adı şey…
Işıması gözleri alıyordu
Turuncuyu biliyorum, turuncu ışıyordu
büyüleyici  hâle vermillon .  Satürün  uzaktamıdır  bize  sanki  oradan inmişti 
bu renk  resmini  görmüştüm  bir yerde  çok benziyor.
Herşey mavi toprakta o an ve hale turuncu. Canlılar yaşıyor capcanlı hep bir arada. İSMİ buldum. Buldum işte ismi, biliyorum adı Poseidon’dan sonra yazılıyor. Eskiden geliyor ismi deniz tanrısından sonra yazılıyordu söylendiğinde.
Bugün karanlıktayım ışımalar içinde yaşıyor etrafım ben soluyorum. Zamanı seçemiyorum
eski yazıları yenileri de. Gecenin büyülü renkleri kaplamış ortalığı, öyle güzel ki… Eskiden gelen canlı bir zaman, onlar öldü biliyorum ama engel değil zihnime çağrışımlar beni döndürüyor.
O, eskiyi anlatmıyor, yepyeni adı deniz tanrısı Poseidon’dan  sonra yazılıyor.
Ak bir kiton taşıyor üzerinde ince kumaş nasıl da  uçuşuyor  rüzgarla beraber vücudu sararak.
Apaçık olan biten görünüyor rüzgara karşı en keskin kenarlarda duruyor rüzgarla savrulmuyor.
Özgür anlatırdı kendini toprağa bağımlıydı.
Buraya doğmuştu bu topraklara ayaklarımın altındaki otlara, geçmişinden koparabilirmi hiç…
Dünya içindeki toprak ayaklarımın altında ve bakışlara hep ıraklarda öyle anlatılır kulaklara fısıldayarak. Rüzgarlı keskin kıyılarda yaşıyor hassas dengelerle salınıyordu.
Soluyordu solunuyordu, hissediyorum.
Aynada görüyorum kendimi aurası heryerde  canlılarla yayılır düşünüldüğünde adeta hale büyür aynalarla çoğalır biliyormusun.
Görünmez gizi hissedilir. Yaşayan bir canlı adeta deniz tanrısından sonra
RA böyle anlatılabilirdi.
Dönüşüm kurulmuş egemendi gezegende. Güzel turuncu Vermillon, anlatıyorum işte hepsini içlere doğru onun adını bütün bildiklerimi, ot büyüyor tekrar biliyorum. Nasıl ayaklarımın altında eğilmişti cansızca, ya şimdi nasıl da büyüyor sakince titizlikle.
Luksor vadisinde rüzgar esiyor şimdi. Toprak rengini soluyorum Firavun ne demişti orada?
Çocuğu düşünüyorum adını… Merak işte zorundayım sanki bilmekle. Anlamaksa sıcacık Luksor vadisini düşümde dönüşüm kurulmuştu, yeniydi, sanrı değil zihinlerde solunuyordu. Nerede kaldı sorular, kırmızılar, maviler. Bana soru soruyorlardı o doğan çocuk hakkında, anlatacam  hepsini
yeşil otlarda.
Buzullar ülkesi Luksor vadisinde esen rüzgarın kokusu var, duyuyorum. Gök ve yeri hissediyorum. Gök derin mavi olunca  soğuyormu rüzgar Luksor vadisinde?
Firavunun emriyle zihinlerde hissediliyor sımsıcak, sımsıcak turuncu elle tutulmuyor. Güzel RA eski biçimiyle gözlerde görünüyor şimdi.
O zihinlerde böyle anlatılıyor, kendinde öyle anlatıyordu kendini otların içinde yuvarlağa soluyor RA eski biçimiyle
Neydi, kimdi bu çocuk?
Al ellerimi paylaşıyorum onunla gözlerimi beni paylaşıyorum, soluyorum.
Toprağın ceddi değilmiydi… Halesi heryerde Luksor vadisi ışıl ışıl sıcacık parlak ışık yayılıyor al renk kırmızı baş döndürücü. Sende gördünmü onu?
O konuşuyor diyologlar la bilgiler apacık sorular cevapsız değil.
Bilgiler akıyor sakince. Bilgiler cevapsızca yüzler gölgeler ışıyor birbirinin içine sımsıcak.
Diyo logları  izliyormusun  gözlerinde kulaklarında konuşuyor diyo loglarla, bilgi apacık cevapsız değil,   konuşuyor gibi akıyor sakince yüzler gölgeler ışık saçıyor birbirinin içine sımsıcak cevapsızca.
Ne oluyor bana bilmiyorum. Nasıl değişim bu, kendime bakıyorum aynada hiç bir uzvum eksik değil fazla da giyinmemişim yeşil otların üzerinde. Her yanım yeşil renk, otlar sarıyor etrafımı benim düşümde. Düşlüyorum düşünüyorum
Loksor vadisini topaç gibi dönüyorum düşümde. Firavunu duyuyorum Luksor vadisinde ayaklarımın altında yeşil otların kokusu mu var? Gözlerim kulaklarım birbirinde.
Bana sorma artık kendine sor soruları…
Çocuk ne demişti? Adı neydi, Nerdeydi?…
Yaşını biliyormusun?
Küllere sorun lütfen. Bilinmez söylenmez onca sözcük seçilmişler arasında.
Mavi gökyüzünün altında söylendi bunlar hoş bir sıcaklıkta. Sıcaklık kapladı içleri neden?  Nereden geldik? Nereye Gidiyoruz?
Mavi topraklarda doğan çocuk kim…
Kim doğmuştu?  Hangi toprakta? Adı ne? Onun için farklı diyorlar…
Öyle güzeldi ki herşey, düştü tekti o. Heryerdeydi  herzaman ılık ılık girerdi içlere sinsice kapan kurmuştu farkettirmeden sanki. Saflık, ölesiye yücelik, ululuk yakarcasına sıcak, ılık geliyordu.
Neydi bütün bu duygular, anlayamıyorum.
Bir kendime bakıyorum bir yansımama, ama aynı değil gördüklerim. Ben, bin parça olmuşum gördüklerim ben miyim vücudum bin parça değil ona dokundum hissediyorum ve gördüm. Peki
bu aynı, zihnimi karıştırıyor. Nereden geldim, nereye gidiyorum, sormuyorum tamam ya aynada gördüklerim düşündürüyor beni. O, onlar benim parçam mı?  Sandığım gibi değil gerçek
öylemi?
Bir yanılgı, yanlış bir tarih yada bir halisülasyon başka  ne diyebilirim gördüğüm ne?
Manipulasyonla Narcislik var atmosferde. Hepimize açık gözden ırak gerçek olabildiğince vermillon turuncu sanki resimde gördüğüm satürünün halesi gibi.
Bu çocuk dünyanın içne otlara doğmuştu. Kim kurmuştu bilmeceyi. Adı neydi
deniz tanrısınden sonra yazılıyordu…
Şimdi, yeni bir tarih
Otları görüyorum, büyüleyici haleyi, doğan çocuğu herşey çok yakınımda anlatmıştım  bunları.
Yeşil ve taze otların  üzerinde uzanmışken düşünüyorum.
Başımı avucuma yaslıyorum gözlerimi kapatıyorum engin mavi sularla ne hoş, uyku rahatlatıyor bedenimi.
Yeni dünya değil bu…
Al renkler arasında merak bedenimi sardı ışıl ışıl. Sıcacık hüzün değil duyduğum, gürbüz karanlık bu. Ne desem ona bilmem ki?
Gördüklerimi hatırlıyorum yaşadıklarımı anlattılar bana, canlandırıyorum gözümde eskileri, fakat doğan çocuğun adını hatırlamalıyım.
Yeşil otların üzerinde Keopsa doğru baksam bilirmiyim ki…
Halesi ne güzel uyuyor adıyla POSEİDON’ dan sonra. Eskiden bir hikaye anlatmışlardı bana onun için söylenene göre, çok eski bir vakte aitti onun bir yüzü. O yüzü hiç kaybetmedi “Gai’a”.
Gizil büyüyen enerjisi var etti kendini hep. Bir sonrakine bir sonrakine aktardı manipulasyonu.
Hiç yılmadı bu dönüşümden dünyayı kendi evi belledi. Kah dikenleri vardı,  kah kemikleri bu yumuşakcanın. Şimdi artık öyle değil “Gai’a”. Nasıl desem ki… Okyanuslarda, atmosferde herşey onunla oldu. Vendian dönemiyle anıldı kızıl deniz kestaneleri. Omurgalıların akrabaları ile civit mavisi canlılar. Yeşil otların üzerinde uzanmışım.
Görülmemiş çeşitliliğe bakıyorum etrafımda. Otları inceliyorum  tekrar. Bir kökten nasıl çıktıklarına bakıyorum.  Aynı kökü paylaşıyorlar ve hiçbiri diğerinin tıpatıpı değil, elimin parmakları gibi.
Nasıl oluyor bilemiyorum ama on parmağımı değişik görüyorum.
Adeta tek tek bir başlarına tam diğer canlılar gibi. Sularda öyle değilmi?
Okyanuslara bak okyanuslardaki sulara ve suların altına, orada kimler yaşıyor?
Güzellikler ülkesi burası, size burayı anlatıyorum güzelliklerini, nasıl çoğaldıklarını bu çoğulluğun ülkesini. Keopsla bakarken okyanuslardan kah Luksor vadisinin kokusu kah Şiba’nın sesi sarar tenimi. Hücrelerim ile görüyorum çoğalıyorum Poseidonun kucağında.
Bana onun adını soruyorsunuz. Size ne anlatabilirim siz de onunla yaşıyorsunuz. Benim kulaklarımın duyduğunu, gözlerimin gördüğünü, hissettiklerimi sizde hissediyorsunuz ayrı ayrı.
Birlikte görüyoruz, birlikte baktıklarımızı kokluyoruz ayrı ayrı yuvarlağın içinde. Ana kaynak varmı yokmu diye tasamız değil, birbirimizle konuşuyoruz daha.
Diyo loglarımız düşlerimizle yoğrulmalı. Zaman akmalı aramızdan bir masal olmalı. Bir masal doğmalı burada, kulaklara anlatılmalı heryerde söylenir olmalı. Çocuklar tanımalı bizi ve en yeni çocuklar, suların altı bizimle konuşmalı biz konuşmalıyız her şeyle. Diffenbahyam duymalı beni
ormanlara ulaştırmalı nefes alan ormana benimle ağaçların dibinde biten toprağı örten soluyan otlara. Otlar benimle konuşmalı mavi zamanda kendimle. El sallamalıyım tüm dostlarıma.
Iraklıklar yakın gelmeli bana artık çok renk olmalı, renkler farklı görünmemeli gözlere.
Bir büyü bu. Sararken, bedenleri konuşurken otlarla seslenirken ormana görürken kırmızıyı, maviyi büyü bozulmamalı kulaktan kulağa çocuklara anlatılmalı, öykü olmalı yazılmalı. Fırtınalar eser küller örter yazılanları, ama sorun onlara gizleyemezler zamanın yaşını küller bilir herşeyi okyanusların kıyısında salınırken deniz köpükleri içinde yosunlar saklar, örter rüzgarla savrulup uçuşan kum taneleri.
Dibi görünmeyen derin sularda gürbüz karanlık öyle güzeldir ki. Rengarenk salyongoz görürmü kirpi balığının rengini?
Müren haberli mi mercan kırmızı, mavisinden. Karanlık gürbüz suda otlar arasında görünür mü gözlere şeffaf pulların altında papagan balığının renkleri?
Yumurtası okyanuslarda mıdır bilmem, koyu çağla rengi yosunlardan gelen bir kordela balığı görmüştüm. Beyaz, ama suda nasıl yansıyor uçuk mor-eflatun-lar, açık sarılar, pembe mi? renkler. Tuzlu suyu bırakınca ardında o renkler görünmez oldu birden. Soluduğum atmosferde büyü bozulmuştu adeta. Nasıl değişiyordu herşey bir anda… Büyülü renkleriyle salınıyordu sakince suda çırpınmadan ince vücudunda sanki omurgası varmı yokmu anlaşılmaz.
O yaşıyor şimdi biliyorum, aynı pırlanta ışıltısıyla parlayan büyülü renkli kabuğundaki küçük canlı gibi. Alınca elime onu, ışıltılı renkler tümden sönmüştü birden. Gördün mü onu hiç? Baktın mı ona? Evine götürdünmü? Küçük canlının sesini duydun mu hiç? Çok zaman geçince aradan nedense gürbüz karanlığın içinde sesini duymazdan önce hiç görünmemişti bana. Kutup yıldızının altında ‘Yeşil’ otlarda yatarken düşlüyorum, görüyorum onu tekrar soluyorum. Gürbüz güneşin altındaki denizlerde büyülü ışıltısıyla salınıyor yosunlar arasında.
Nedendir bilmem “Gai’a” geldi aklıma şimdi. Çoğulluk eskiden beri var bu gezegende biliyorum. “Prekambriyen Zaman” diyorlar bir eski zamanda akan geçmişe. Luksor vadisinin kokusu gitmiş artık etrafımdan. Ardarda Keops’tan esen rüzgar silinmiş otların üzerine uzanmışken. Düşlerimden mi uyanıyorum hislerimden mi? Kaybediyorum sözcükleri ne denmişti onun için
O gerçek, aynada gördüklerim, doğruydu hepsi…
Nedir bütün olanlar? Parçalar, dakikalar, saatler, yıllar, mekanlar, yeşiller, maviler, turuncular, canlılar,  bilinmeyen ılık sözcükler
Öyle güzel her şey renklerle
Neydi O ?
Bir büyü bu, kulaktan gözlere hislerde yeni çocuklar bilecek yazılacak fırtınalarda
küller sadece küller gizleyecek kayalardaki gerçek zaman yaşını.
Eski bir hikaye anlatıyor kurulan bilmece
Onun için seçilmiş sözcüklerde farklı diyorlar.
Al ellerimin içinden kayıyor herşey?
Ak kitonuyla neden Aperion denmişti acaba…
Görünenlerin yapısını incelemekse görmek, volkanlar ülkesinde
Şiba anlatmıştı bunları. Zamanda üflemiş; fırtınalarla hislenen rüzgarla okumuş büyüyü bir öykü olmuş.
Kulaklar söylenenleri duymuş
Gözler çizilenleri görmüş
Tarih küllerle yazılmış kayalara
İnsanlar anlatmış kulaktan kulağa ve o bir masal olmuş. Öykü kah yazılmış kah tekrarlanmış dilden dile büyüyle kurulan sözcüklerde. Gözler onu kaplamış, öyle kaplamış yap-boz’a  dönüşmüş oyun aranır olmuş aynalarda.
Hala anlatılır ki, şimdi tüm gören gözler önünde, bu bilinmez büyülü gizli oyun parçalar, dakikalar, saatler, mekanlar, renkler arasında ılık sözcüklerde sıcak renklerle dopdolu küllerle oynanır
Ve
MAVİ topraklarda Al ellerimin arasındaydı herşey…
Zeynep ERGİN/ 1995

 

1 thoughts on “ADI POSEİDONdan SONRA / Yrd. Doç. Dr. Zeynep Ergin”

  1. Zeynep Ergin çok önemli bir konunun sadece başlangıcını yapmış bence.İlginç bir öykü ve kendine has, etkileyici ve Türkçe’ dilinin en çarpıcı anlatımıyla beni hemen içine aldı.Tebrik ediyorum.Böylesi düzeyli öyküleriin devamını bekliyorum.Saygılar ve sevgilerle…
    Yıldırım Yanılmaz
    Yönetmen.

Yoruma kapalı.